"Yazmak ya da yazamamak, işte bütün mesele bu!"
Biz insanlar her zaman yaptığımız, alışageldiğimiz işleri; bir çerçeveye oturtmak söz konusu olunca neden strese gireriz?
Doğal akış içinde var olan herhangi bir hâl veya oluş, herhangi bir denetime girerse neden üstümüzde bir baskı oluşturur?
İnsan gözlemlendiğini hissederse neden doğal hâliyle davranamaz?!! Eli ayağına dolaşır, saçmalamaya başlar...
Neden?!!
Belki de izleniyor olduğumuz düşüncesi bizi tedirgin eder ve doğallıktan ayırır...
Sanırım böyle durumlarda eleştirilme korkusu da yaşıyoruz bir parça...
Ve takdir edilmemekten de korkuyoruz. Bir kusurumuz görülecek diye endişe duyuyoruz.
Birbirimizi anlamaktan ve gerçek samimiyetten o kadar uzaklaştık ki, birbirimizi karşı cepheden bir düşmanmış gibi görüyoruz belki de aile içinde bile...
Kulağa hoş gelmese de âhir zaman böyle işte maalesef...
İnsanların bireyselleşip kendi içine çekilmesi...
Ve kendini korumaya alması...
Bir insan diğerine bir söz edecek ve biraz daha ileriye gidip onu birazcık eleştirecek olsa; buna tahammülümüz o kadar az ki -neredeyse herkes pimi çekilmiş birer bomba gibi- pek çok insan buna tepki olarak karşısındaki insanla spontan bir gerilim yaşayarak bir yanardağ gibi yükselerek hemen bir tartışma alevlendiriveriyor...
Son zamanlarda caddelerde, sokaklarda, mağazalarda etrafını umursamayarak kavga eden hatta birbirine küfreden bir sürü insana rast geldim.
Bunların kimisinin de evli çiftler olması çok üzücü ve can sıkıcı bir durum.
Gelecek adına kaygı verici buluyorum bunu.
Erkekler için bile çok kötü bir durum olan eşine sokakta bağırmayı, hakaret etmeyi kadınların yapar olduğunu görmek de en en kötüsü...
Allah hepimizi nefsimize uyup böyle kavgalar içine girmekten korusun...
Günümüz şartlarında yaşamak kolay değil, kabul ediyorum. Çok sıkıntılı bir dönemde dünyaya misâfir olduk.
Doğal âfetler, salgın hastalıklar, savaşlar, göçler, soykırımlar ve insanların ziyan zebil olması had safhada maalesef...
Bu dünyada yaşamak dert olarak yeter zaten insana.
Bazen birbirimizi anlamaktan o kadar uzak oluyoruz ki!
Birbirimize karşı kör, sağır, dilsiz, elsiz hatta ayaksız yani kısacası duyarsız olduk.
Birbirimizi duymaz, dinlemez, işitmez ve birbirimize bakmaz olduk...
Ve kendimizi bireysel dünyâmıza hapsettik...
Ve bundan da mutluyuz...
Yardıma ihtiyacı olanlara karşı son derece bigâne olduk...
Bizler ne ara böyle tuhaf insanlar olduk ve nasıl bu kadar kendimize odaklı olup vicdanımıza kulak tıkayarak bu denli bencilleştik?!!
Şirâzemiz ne zaman ve hangi sudan sebeplerle bu kadar kaydı ya da kaydırıldı?!!
Ne ara kendimize bu kadar yabancılaştık ve nasıl özümüzden bu kadar uzaklaştık?!!
Ve nasıl da teknoloji tuzaklarına bu kadar yenik düşüp yem olduk?!!!
Yutulduk!!!
Sorular hiç bir zaman bitmez...
Mühim olan doğru soruları kendimize sorabilmek ve onların doğru cevabını bulabilmektir...
En az doğru cevapları bulmak kadar, doğru soruları sorabilmek de mühimdir. Sorular yanlış olduktan sonra, cevaplar doğru olsalar bile, bunun bize herhangi bir katkısı olamaz çünkü önemli olan doğrulara ulaşmaktır, elbette doğru sorular ve doğru cevaplarla...
Hayata anlam katacak olan şey, belki de her zaman her konuda kendimize doğru soruları sorabilmekte gizlidir...
Gelişimimizi sağlayacak olan da budur diye düşünüyorum.
Bunu yapmak sanıldığı kadar kolay bir iş değildir ve çoğu zaman da büyük bir cesaret ister.
Çünkü bunun sonuçlarıyla yüzleşecek olmak zordur ama ardından hayatımıza yepyeni kapılar hatta ufuklar açar ve bize apayrı bir boyut kazandırır ve bizleri bir merhale ileriye taşır.
Onun için hayatı ve olayları düzgün şekilde sorgulamak, iyi değerlendirip doğru analiz etmek çok büyük farkındalık ve aydınlık oluşturur zihnimizde...
Uzun zamandır yazamadım, çünkü yazabileceğimin en iyisini yazmayı cân-ı gönülden diledim.
Belki de haklıydım yeniden yazmak için bu kadar beklerken, çünkü yazmak yani gerçekten yazabilmek; insanın bir nevi okuyucusuyla konuşması gibidir ve anlatacak bir şeylerin içimizde filizlenip oluşması, büyüyüp can bulması ve dahî birikmesi, içimizde kabımıza sığmayan ama bizi biz yapan farklı bir şeylerin bir yanımızda oluşturduğu ilgi alanı gibi boşlukları fikrî olarak doldurması gerekir.
Kalemimizde can bulacak hayata dair tüm duyguların, düşüncelerin kabarıp yükselmesi hatta taşmaya başlaması gerekir. Kâğıda kendini dökmek, bir genel kültür ve iyi bir okuyuculuk birikimi de gerektirir o ayrıdır ama aynı zamanda yazabilmek en çok da içimizde parlak bir ışığın yanması ve içimizi aydınlatması gibidir.
O duygusal ve zihinsel birikim olmadan, oluşmadan, o ışık yanmadan ve bizi de bir miktar yakmadan harekete geçilmiyor çünkü.
Yazılamıyor...
Önce yanacaksın her açıdan, sonra yazacaksın yani tabir-i caizse...
En azından ben, yaptığım işi önemsediğim ve okuyucularıma saygı duyduğum için, öyle rastgele "hadi oturup yazayım bir şeyler" deyip çalakalem yazamıyorum yazılarımı, içimde gerçekten yazma hissiyatı oluşmadan, içimde bir ateş yanmadan yazamıyorum.
Hatta bilerek yazmıyorum artık o ateşi hissetmedikçe.
Çünkü yazdıklarım bir anlam ifade etmeli ve bir yansıma bulmalı karşımdaki insanlarda diyorum...
Güzel ve doğru olan, içten gelen yazarlık böyledir zaten, kalem ehli olmak da budur benim için...
Bugün dedim ki, artık yazmalıyım...
Çünkü kendimi yeniden anlatmak istedim bugün en baştan, ilk defa bugün yazı yazıyormuş gibi heyecan duyarak, yeniden aşkla satırlara derdimi dökerek, kendimi kendi gözümle okuyup anlayarak, analiz ederek, kendimi kendime anlatarak, son tahlilde kendimi size anlatıp buradan yazarak...
Anlaşılabilmek o kadar mühimdir ki bütün insanlar için, ne zaman anlaşılamazsak işte o zaman yazarız belki de...
Bizim yerimize kalem konuşsun isteriz... Dile gelsin ve derdimizi anlatıp bizi hafifletsin diye umarız...
Eminim ki, böyle zamanlarda ruhundakileri yazıyla dile getirip bir eser ortaya çıkarmak, bir yazı hayata getirmek; tüm yazma sevdâlılarını manen iyileştirip onları hafifleten, ağrılarını dindiren bir çeşit ilaç ve onlara güçlü bir manevî terapi gibidir aslında zaten yazmak.
Ah yazmak!!! İyi ki varsın...
Çünkü insan ruhunun gizemlerini, başka şekillerde ulaşılmasının ve tasvir edilmesinin çok zor olan tüm detaylarını, boyutlarını ve derinliğini, onu yakıp kavurup susuz bırakan her çeşit ruhî bozkır iklimlerini ve hatta yazarı oradan oraya savuran tüm dehşetli ruh fırtınalarını, kırık-dökük-yaralı-can çekişen nice hassas, kırılgan ve derin duygularını, bunun ötesinde alabildiğine engin gökyüzünün altındaki ıssız ovalarda kaybolmuş yanlarını, uçsuz-bucaksız sır dolu hayallerini yazmaktan daha güzel ifade edebilecek bir araç var olmadı insanlık tarihi boyunca...
Onun için yazmak ilaçtır yaralı ruhlara... Onun için bugün yazdım...
Size seslendim beni duyun, durup dinleyin diye...
Arayı uzatmadan yeniden sizlere yazabilmek duasıyla...
Sağlıcakla kalın...
Allah'a emanet olun...
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.