Şair ve Araştırmacı Yazar Mehmet Feti Ceylan artık HuhuNewsTV’de: İşte ilk yazısı ve ayrıntılar…

Şair ve Araştırmacı Yazar Mehmet Feti Ceylan artık HuhuNewsTV’de: İşte ilk yazısı ve ayrıntılar…

Mehmet Memdoğlu müstear ismiyle birçok yayınlanmış kitabı bulunan araştırmacı, yazar ve şair Mehmet Feti Ceylan, köşe yazıları ve “1 Öykü 1 Şiir” programıyla HuhuNews TV ailesine katıldı.

A+A-

Şair ve Araştırmacı Yazar Mehmet Feti Ceylan, kaleme aldığı naif köşe yazıları ve “1 Öykü 1 Şiir” adlı muhteşem programıyla HuhuNews TV takipçileriyle buluşuyor.

Mehmet Feti CEYLAN Kimdir?

1966 yılında Elazığ ili, Baskil ilçesi Mollasorik köyünde doğdu. Evli, iki çocuk babasıdır. Halen yayıncılık sektöründe çalışmaktadır.

E S E R L E R İ :

-Pıra Çandê (Kültür Köprüsü) Kürtçe

Mehmet MEMDOĞLU müstear ismiyle yayınlanmış olan eserleri: 

-Kürt Sorunu Çözüm Önerileri ve 2009-2011 Panoraması (2011) 

-Öcalan'ın Mustafa Kemal Okumaları (2012)

-Abdullah Öcalan'ın Din Okumaları (2014)

-Düşler Ülkesi (Şiir-2019)

-Yırtık Ayakkabı (Öykü-2020)

-Letaif-i Hoca Nasreddin (Osmanlı Türkçesinden Çeviri-2021)

Mehmet Feti Ceylan’ın HuhuNewsTV için kaleme aldığı “Kültür ve Medeniyet!” ilk yazısı şu şekilde:

Çok farklı tanımlamaları olmakla birlikte, insanoğlunun maddi ve manevi ürettiği şeyler, gelenek ve görenekleri, dili ve dini, edebiyatı, giyim ve kuşamı, mimarisi ve yemekleri vs. kapsayan toplumsal bir zenginliktir kültür. Kültürün ana nüvesi insandır, insan olmadan kültür, kültür olmadan toplumsal kimlik oluşmaz. 

Bir hastalığın tedavisinde tanı ve teşhis ne kadar önemliyse, bir milletin geleceğe dönük hedeflerine ulaşmasında yeni politika ve stratejiler belirlemesi ve geçmişiyle -kimliğiyle ve medeniyetiyle- korkusuzca yüzleşip, geleceğini ona göre inşa etmesi de o kadar önemlidir. 

Son dönemlerdeki klişeleşmiş ifadelerden uzak, Osmanlı’nın yıkılmasıyla yeni Türkiye’nin kuruluşu arasındaki bağa objektif yaklaşmalıyız. Türkiye’nin Osmanlı bağlantısı incelenirken, “modern” Türkiye’nin kolektif belleğinde kazılı bulunan; bugün bile Cumhuriyet’in “Türküyle, Kürdüyle, Lazıyla, Çerkesiyle” diye başlayan söylemlerinin toplum nezdinde de karşılık bulmasına ehemmiyet vermeliyiz. Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra “Batılılaşma” adına yeni bir “ulus devlet” inşasına başlanılmıştır. O dönemde izlenen kimi yanlış politikalar, bugünün Türkiye’sinde çözüm bekleyen birçok sorunun da kaynağı olmuştur.

“Türkiye, son 150 yıla yakın bir geçmişten bu yana kesin bir kültür değiştirme olayının içende bulunmakta ve kendisini Batı kültürüne adapte etmeye çalışmaktadır. Bu adaptasyon esnasında, Batı’da geçerli olan her türlü fikrin bu ülkeye taşınması da söz konusu olmuştur… Bizim okumuş yazmış takımı, yerli kültürümüzü Batı’dan ödünç alınmış kavramlara göre değerlendirdiği gibi, Batı kültürünü de yerli kültürümüzün ölçülerine göre düşünüp değerlendirmiştir.”* Batı’ya özentinin kaynağı biraz romantik, biraz da Batı kültürünün ve medeniyetinin ne olduğunun bilinmemesinden kaynaklanmaktadır. Batılaşmaya çalıştığımız Batı, kendi medeniyetinin çelişkilerini yaşarken, biz ise Batı’nın medeniyet salıncağında sallanarak, derin bir uykuya dalmışız. 

Coğrafi olarak Doğu ve Batı’yı birbirine bağlayan bir köprü olsa da Türkiye, -kesinlikle- kendi milletine ve kültürüne yabancı başka kültürlerin geçiş köprüsü olmamalıdır.  Olması gerekiyorsa, o zengin kültürüyle bugünü, geçmişini ve geleceğini birleştirecek bir köprü olmalıdır.

Batı’daki maddecilik ve bireyselleşme, bizi “biz” eden değerleri tehdit etmektedir. Ahlaki ve ailevi değerleri yozlaşmış Batı’yı örnek almak, ülkemiz ve geleceğimiz için büyük bir tehlikedir.  Kültürümüzün ihyası ve geleceğimizin selameti için Batı’nın çürümüş aile yapısıyla yozlaşmış kültürüne ve medeniyetine “hayır” demek zorundayız. 

Medya ve kitle iletişim araçlarının çokluğu ve bunlara ulaşımın kolay olması, kültür emperyalizmi günümüzün en tehlikeli ve sinsi aracı haline getirmiştir. Batı dünyası,  az gelişmiş ülkelerini kitle iletişim araçlarıyla kendilerine benzetmeye çalışarak, kültürlerini yok etmeyi hedeflemektedir. 

Batı medeniyetinin kendisine dayanak yaptığı üç ana etken; Roma hukuku, Yunan felsefesi ve Hristiyanlıktır. Gerek Roma hukukunda, gerekse Yunan felsefesinde net bir “köle ve vatandaş” ayırımı vardır. Hristiyanlık ise sevgi ve merhamet tekinleriyle hayali bir insan tipi oluşturma gayretindedir. Bizim medeniyet tasavvurunda ise hedef insandır; haliyle insan, ferdi ve içtimai düzenin mihenk noktasına konmuştur. İnsanın insana üstünlüğü yoktur, üstünlük sadece ve sadece takvadadır. 

Medeniyetimiz ve kültürümüzde sevginin ölçüsü “hümanizm” değil, Allah rızasını kazanma arzusudur. Ölçü, Allah’ın yarattıklarını Allah için sevmektir.

* R. Özdenören -Yumurtayı Hangi Ucundan Kırmalı, İz Yayıncılık-1999




 

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.