GALİP İLHANER

GALİP İLHANER

Prof. Dr. Naki Erdemir, Adil bir düzen inşa etmek görevimizdir.

A+A-

Bu haftaki köşemi, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Eğitim Fakültesinde Profesör olarak görev yapan Naki Erdemir hocaya ayırdım.

Prof. Dr. Naki Erdemir, yıllardır ülke ve dünya sorunlarıyla ilgilenen idealist bir bilim insanı. Yeni bir parti kurma çalışmalarını da birkaç yıldır sürdürüyor. Artık parti kurulma aşamasına gelmiş durumda. Naki hocadan, kurma çalışmalarında sona geldiği parti çalışmaları ile ilgili bilgi istedik. Yeni bir partiye neden ihtiyaç duyuldu? Siyasette bir boşluk var mı? Her şeyden önce yeni ne söyleyecek? Vizyonu ne olacak? Projeleri nedir? gibi soruların cevaplarını aldık.

***

Naki hocam kendinizi kısaca tanıtabilir misiniz?

1968 yılında Nevşehir’in Kurugöl Köyünde doğdu. İlkokulu aynı köyde birinci olarak bitirdikten sonra bir kaç yıl Kur’an ve tecvit dersi aldı. 1989 yılında Nevşehir İmam Hatip Lisesini birincilikle tamamlayarak Uludağ Üniversitesi Necatibey Eğitim Fakültesi Fizik Öğretmenliğine kayıt yaptırdı. 1994 yılında Üniversiteden mezun oldu.  Nevşehir’de Anadolu Radyo Televizyonda (ART) spiker ve haber müdürü olarak çalıştı. Aynı yıl Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsünde göreve başlayarak 1997 yılında Yüksek lisansını tamamladı. Yaklaşık bir yıl Milli Eğitimde İngilizce öğretmenliği yaptı. 1998 yılında tekrar öğretim görevlisi olarak Yüzüncü Yıl Üniversitesi Eğitim Fakültesinde göreve başladı. 

2004 yılında Karadeniz Teknik Üniversitesi Fen Bilimleri Eğitimi Enstitüsünde, fen eğitimi üzerine doktorasını tamamladı. Kendi imkânlarıyla, 2007 ve 2008 yılları arasında iki kez İngiltere’de bilimsel araştırma ve dil öğrenme için bulundu. 2007 Yardımcı Doçentliğe atandı ve 2013 yılında Fen Eğitiminde Doçent, 2018 yılında profesör oldu. Fen Bilgisi Öğretmenliği ABD Başkanlığı yaptı ve daha sonra kendi isteği ile istifa etti. 

Ortaokul yıllarından başlayarak siyasi ve kültürel faaliyetlerin içerisinde yer aldı, şartlar hep onu öne sürdü. Lise yıllarında öğrenci başkanlıkları, üniversitede aynı şekilde Hak Yol Vakfında çalışmalara katıldı, MGV öğrenci temsilcisi olarak yönetimde bulundu. Lise yıllarında başlayan okuma ve yazma aşkı üniversitede de devam etti; arkadaşlarıyla Kervan Dergisini çıkardı. Aynı zamanda seminerler, konferanslar, ihtiyaç sahibi fakir öğrencilere ücretsiz dersler verdi. Üniversitedeki farklı cemaatten öğrencileri bir çatı altında toplayarak programlar düzenledi. Düzenlediği programlardan ve İslami dik duruşundan dolayı sorguya çekildi ve okulu yarım dönem uzattırıldı. Okuma imkânı olmayan öğrencilere maddi yardım ayarlayarak onların okumasına katkı sağladı, onlara öncü oldu. Fakir, gariban öğrencilerin yanında durarak hakkı savunduğundan, İslami kimliğinden ve zamanın iktidarını eleştirdiği için kendi ilçesinde vekil öğretmenlik verilmedi.  Üniversitede öğrenci dostu olduğu için 28 Şubatta çok sıkıntılar yaşadı, davasından vaz geçmedi, soruşturmalar eksik olmadı. Yıllarca dış bağlantısı olmayan, ülkenin birliğini beraberliğini isteyen birçok dernek ve vakıfta gönüllü olarak çalıştı. AGD’nin hanım komisyonlarını yürüttü. Daha sonra ülkenin ihtiyacından dolayı Anadolu’dan birçok akademisyen ve İslami hassasiyeti olan kişilerle 2012 yılında Hak ve Kardeşlik Derneğini kurdu.

Türkiye çapında ve bölgede sayısız sohbetler, konferanslar verdi, kültürel faaliyetler yürüttü, kimsenin diline, ırkına, rengine bakmadan İslam milleti anlayışında ümmetin şehid önderlerini anma/anlama programları düzenledi. Gençlere ve siyasilere etkili iletişim, jest-mimik ve hatiplik seminerleri verdi. Doğu ve Güneydoğunun köylerine kadar giderek, hak ve hakikati, kardeşliği, barışı ve nasıl olması gerektiğini anlatmaya çalıştı. Hakkı şahısların isteğine göre değil, Hakkın isteğine göre anlattığından başı şikâyetlerden, soruşturmalardan, adli davalardan ve tehditlerden kurtulmadı. Peygamberlerin yolundan gidenlerin başına bunlar gelir diyerek yoluna devam etti. Turmeb haber ajansında fikri ve kültürel yazılar yazdı. Halen bazı dijital dergi ve haber sitelerinde fikri yazılar yazmaktadır.

Üniversitede öğrencilik yıllarından bu güne kadar İslami, siyasi, sosyal, kültürel ve fikri alanlarda sayısız programlar düzenledi. Sürekli toplumsal konu ve problemlerin üzerine eğildi, ümmetin derdini kendine dert edindi. Teklif edilen bazı makam ve mevkileri hak anlayışıma ters diye kabul etmedi. Halkın aşırı isteği üzerine 2009’ da belediye başkanlığına aday oldu, Allaha şükür zarfların boş çıkmasıyla 4-5 oyla seçimi kaybetti. Aday olduğu partinin oylarını sorumlu olduğu üç ilçede Allah’ın izniyle %2’den  %21’e çıkardı.  

Ayrıca 2019 yılında Van merkezli 50 yakın STK’ isteği imzalı desteği üzerine Van’ı, doğu bölgesini ayağa kaldırmak, İran’da üretilen otomobil fabrikasını mühendislik fakültesinin uygulama alanı adı altında Van’a kazandırmayı amaçladığı, tüm İslam ülkelerinden üniversiteye öğrenci getirmek için Rektörlüğe aday oldu, fakat bu bizi takmaz diyerek birleri tarafından rektör olması engellendi. Birçok ulusal ve uluslararası bilimsel kongrelerde sözlü bildiriler sundu, bilirlerin içeriği ve sunuş şekliyle dikkatleri üzerine çekti. Bunun yanında yurt içi ve dışı dergilerde eğitim üzerine pek çok makalesi yayımlandı. Ülkenin ve ümmetin sorunlarına çözüm önerisi konusunda TV ve Radyo programlarına ve bölgesel toplantılara katıldı. Siyasi yetkililere fikri derinliği olan medeniyet odaklı çözüm öneri raporları sundu.

Ortaokul yıllarından aşırı ilgi duyduğu hayatın dili Edebiyat ve Tarih diyerek bu alana yoğunlaştı. 2016 yılında da Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Ön lisans programından mezun oldu. İyi düzeyde İngilizce, Arapça, az da Kürtçe bilmektedir. Halen Hak ve Kardeşlik Derneği (hareketi) Genel Başkanı ve Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Eğitim Fakültesinde Profesör olarak görev yapmaktadır.

***

Türkiye’nin temel sorunları hakkında ne düşünüyorsunuz?

Türkiye’nin temel sorunları; tam bir milli eğitim programının ve yüce milletimize yakışır dış politikanın olmayışı, vizyonsuzluk, medeniyet çatışması, tam bağımsız ve özgür ülke olamaması, , fikri özgünlük, batı taklitçiliği, psikolojik yenilmişlik, taklitçi eğitim, üretimsizlik, montaj sanayi, üretim değil vergiye dayalı ekonomi, adaletsizlik, hukukun üstünlüğü değil üstünleri hukuku anlayışı, dengesiz kalkınma, her alanda planlama eksikliği, işi ehline ve liyakat sahibine vermemem, işe göre adam değil adama göre iş anlayışı, rüşvet, adam kayırma, israf, işsizlik, insan hakları gibi pek çok sorunu vardır. Bir kişiye dokuz pul, dokuz kişiye bir pul taksim etme anlayışı vardır. İnsanlar siyasi görüşünden, dilinden, dininden ırkından, renginden vs. dolayı ötekileştiriliyor, bu aylayış çok yanlıştır. Bunlar lafla olmaz anayasal güvence altına alınması ve icraat olması gerekir.

***

Siyasi bir parti kuruyorsunuz, neden parti kuruyorsunuz? Yeni bir partiye gerek var mı? Partinizin amacı, vizyonu, misyonu hakkında ilgi verir misiniz?

Şimdi dünyada, Ortadoğu’da olup bitenlerin anatomisini medeniyet perspektifinden kısaca ortaya koymaya çalışayım, yeni bir partiye kurmaya gerek var mı yok mu yüce milletimiz karar versin bence. Partiler bir ihtiyaçtan, bir zorunluluktan ve mesuliyetten kurulur. Kurulurken de kadim bir temel medeniyete, fikre dayanır. Yani medeniyete dayanır. Bu medeniyette ya hakka ya da batıla dayanır. Medeniyete ve fikre dayanmayan partiler kabak çiçeği gibidirler, çabuk açılır çabuk solarlar. Asırlarca yaşayabilmesi için çınar ağacı gibi olması gerekir.

     Biz bu işi medeniyet temelli yapıyoruz. Sadece dünyada makam, mevki, şah, şöhret ve egolarımızı tatmin için yapmıyoruz. Bunun içinde safımız ve yerimiz bellidir. Şuan bu alan boş kalmıştır, böylece insanlığın saadeti için üzerimizde bir görevdir. Bu görevin iki yönü vardır. Dünya yönü ahiret yönüdür. Bu nedenle parti kurmamızın iki sebebi vardır: Biri dünya ile ilgili, diğeri ahiretle ilgilidir. Önce kısaca ahiret yönünü, sonra dünya yönünü ortaya koyalım.

En önemli birinci sebep ise; Allah’ın bizlere kendi rızasını kazanmamız için görev yüklemesidir. Allah bizleri yeryüzünde halife olarak tanımlıyor. Hakkı, hukuku ve adaleti sağlayan şahitler olmak durumundayız.

Yüce Allah “İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü sakındıran bir Ümmet olsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir”(Ali imran 104) buyurmaktadır.

Şuan bu minvalde bir siyasi parti olduğunu düşünmüyorum. Fazla detayına girerek diğer parti mensubu kardeşlerimi incitmek istemem. Ancak ısrarcı olurlarsa gerekli açıklamayı delilleriyle ortaya koyarım. Kısaca bu görev farzı kifayedir. Kimse yerine getirmiyorsa farzı ayın olmuştur. Yalnız bir kaide vardır: Bir farzın yerine gelmesi için yapılması gerekenlerde farzdır. Bu hükmün kaidesi gereği teşkilatlanmak zorundayız.

“Allah'a ve ahiret gününe inanan bir kavmin; babaları, oğulları, kardeşleri yahut akrabaları da olsa Allah'a ve Peygamberine düşman olanlarla dostluk ettiğini göremezsin. Allah onların kalplerine imanı yazmış ve onları katından bir ruh ile desteklemiştir. Onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacak, orada ebedi kalacaklardır. Allah onlardan razı olmuş onlarda O'ndan razı olmuşlardır. İşte onlar Allah'ın taraftarlarıdır. Muhakkak ki başarıya ulaşacak olanlar, Allah'ın taraftarlarıdır”. (Mücadele, 22).

Kadim medeniyetimizin yeniden inşası, ihyası ve insanlığın kurtuluşu için teşkilatlanmak zorundayız. Bundan dolayı parti kurulması gerekir. “İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Ali İmran 104).

O zaman bizler ne yapmalıyız? Bu iki temel esasa (iman ve kardeşlik) dayanan ve onlarla ayakta kalan, Allah’ın metodunun yeryüzünde ikamesi, hakkın batıla, iyiliğin kötülüğe ve hayrın şerre galip gelmesi için Allah’ın metoduna uygun olarak O’nun gözetimi altında ve O’nun elleriyle meydana gelen teşkilatın görevi ise insanlığa saadet ve huzur getirmek için çalışması gerekir. Bunu bir yolu ve metodu vardır. Bu işte bende varım diyenler önce kendileri, kendi zatlarında uygulaması gerekir. Hal böyle olunca bu görev bizlere, kendi değerlerinin özlemini çekenlere, ülke sevdalılarına düşüyor. Bu görevden kaçmak mümkün değildir. Üzerimize bir vecibedir. 

İkinci sebebi iki açıdan ele alacağız. Türkiye ve Dünya Ölçeğinde

Birkaç yıldır değişik illerde farklı meslek gruplarıyla istişareler yapıyorum. Türkiye'nin geldiği sosyal, kültürel, dini, ailevi, psikolojik, ekonomik, eğitim ve gençliğin içinde bulunduğu durum içler acısıdır. Hak, hukuk, adalet diye bir şey kalmamış, kimse korkudan ağzını açamıyor. Her geçen günde kötüye gitmektedir.

Filistin, Doğu Türkistan, Kuzey Irak, Balkanlar, Yemen, Sudan kısaca mazlum coğrafyalar önce Türkiye’de gönüllü bir birlikteliği beraberliği, kardeşliği ve barışı bekliyor. Bu birlik, beraberlik, kardeşlik ve barış önce içerde sağlanmalıdır. İçeride sağlayamazsanız dışa karşı bir şey yapamazsınız.  

Türkiye'nin her tarafına geziyorum. Farklı insanlarla karşılaşıyorum, görüşüp konuşuyorum, dertlerini dinliyorum. Aziz milletimizin evlatları şunu söylüyor:

Bizi anlayan biri yok mu? Bizim içimizden bir ses yok mu? Derdimize derman olacak birileri çıkmayacak mı? Gerçek adaleti, hak ve hukuku, kardeşliği barışı sağlayacak kimse yok mu? Çaktırmadan da olsa ırkçılık yapmayacak, insanları ötekileştirmeyecek, 83 milyon Türkiye’yi sözde değil özde kardeş kabul edecek birileri yok mu? Anadolu insanı, kendi değerlerine sahip çıkacak, kendisini aldatmayacak, İslam Milletine ses olacak bir ses yok mu diye feryat ediyor.

Bizi biz yapan değerleri ayağa kaldıracak, İslam Milletini inşa edecek ve kadim medeniyetimizin dirilişini sağlayacak, Türkiye’yi 2023 vizyonunun daha ilerisine götürecek, gerçekte lider Türkiye’yi inşa edecek, ülkeler yarışında öncü olacak, güçlü yüce fikirleri, somut projeleri olan siyasi bir partiye ve kadroya ihtiyaç vardır. Birileri biz varız diyorlar. Başkasına veriyorlar talkını kendileri yutuyor salkımı, size kim inanır. Etrafınızda birkaç kişi varsa çaresizliktendir.

Şuan ülkemiz bir çıkmazın içine sürükleniyor. Kimse kalıcı çözüm ortaya koymuyor. Geçici ve pansuman tedbirlerle vakit kaybediliyor. Yirminci yüz yılın kavramlarıyla, yirmi birinci yüz yılı anlamaya çalışıyoruz. Anlayacağınız hep sineklerle uğraşılıyor, bataklık ihmal ediliyor. Ülkemizde adil ve kalkınmaya imkân tanıyan, milletimizi zenginleştirecek bir ekonomik model uygulanmıyor. Mevcut modeller; zengini zengin, fakiri fakir yapan sürekli halkı borçlandırmaya dayanmaktadır. Bu iktisadi felsefe kökünden değiştirilmelidir.

Üretimin olmadığı tüketime dayalı bir ekonomik anlayış hâkimdir. Gelirlerin tamamı üretimden değil, vergilerden gelmektedir. Rüşvet, torpil, adam kayırma, adaletsizlik, hukuksuzluk, yolsuzluk, almış başını gidiyor.  Adalet, hak, hukuk, eşitlik rafa kaldırılmış durumdadır. Toplum susturulmuş, şeffaflık yok olmuş, Allah’ın verdiği hak ve hukuk kullanılmaz hale gelmiştir. Kibir ve israf tavan yapmıştır.

Bazı dernek ve vakıflara fakir fukaranın hakkı peşkeş çekiliyor. Bu dernek ve vakıfların hak, hukuk, adalet diye davası varsa başkasının üzerinden yürütülen dava, dava olamaz. Davaya vakitten ve nakitten harcanır. Adaletten bahsediliyor ama adaletin içi boş; kardeşlikten, barıştan, birlik beraberlikten söz ediliyor. Hepsi lafta kalıyor. Bu ülkede yaşayanlar yasal olarak hep beraber Türkiye’yiz demediği sürece, laftan öteye geçmeyecektir. Herkesi olduğu gibi kabul etmek zorundayız. Türkiye Türkiye’de yaşayanlardan büyüktür. Hiç kimse lafta değil, icraatta dilinden, ırkından, renginden, dininden, bölgesinden dolayı ötekileştirilmemelidir. Herkes kendini nasıl tanımlıyorsa öyle tanımlamalıdır. Türkiye vatandaşlığı altında, eşit halk eşit hak anlayışında, Türkiye gemisinde ümmet rotasında yol alması gerekir.  

Çünkü hepimizin ecdadı Çanakkale’de şehit olmuştur. Allah rahmet eylesin, ruhları şad olsun. Bu ülkenin tapusu için hepimizin ecdadı bedel ödemiştir. Bu ülkeyi ayağa kaldıracak ruh, Çananakkale Ruhu ve ecdadımızdan bizlere miras kalan İslam milleti mefkuresidir. Hakka, hukuka ve adalete dayanan ve Allah’ın razı olduğu çözümü ortaya koymalıyız. Ayrıca hepimiz aynı gemi içerisindeyiz. Bu gemi batarsa hep beraber batarız.

Parçalanmış, bölünmüş, iç savaşa doğru giden ve komşularıyla savaş halinde olan bir Türkiye istemiyorsak hep beraber elimizi taşın altına koymak zorundayız. Bu gidişatın sonu ülkemiz açısından 15-20 yıl sonra hiç iyi gözükmüyor, iç savaşa doğru sürükleniyor. Diğer bir husus ABD’nin başındaki 3-5 Siyonist Türkiye’de 15-30 yıllık zaman zarfında iç savaş çıkarmak için mühlet vermişler, bunun hesabını yapıyorlar. Bizler problemden şikayet eden değil, oynanan oyunları boşa çıkarmalıyız.

Bir diğer husus, gerçekten insanımızın pek çoğunun gönül rahatlığı ile oy verebileceği bir parti olduğuna inanmıyorum. Bazı yeni kurulan partiler var. Bunların bazılarının bir takım mihraklardan icazetli olduğu inancındayım, aynı bütünün ve projenin parçasıdırlar. Hepsi bir birinin fotokopisidir. Türkiye’yi bu hale herhalde dağdaki gariban çobanlar getirmedi, onlar getirdi. Türkiye’nin geldiği bu noktada en büyük pay onlarındır. Madem o kadar adaletli, hak ve hukuka itina gösterecektiniz, neden iktidarda iken göstermediniz, elinizden alan mı vardı? Şimdi acaba değişen ne oldu? Şimdi bir birini suçluyorlar, bahaneyi başka yerde arıyorlar. Bunların bir birinden farkı yok, tencere dibin kara seninki senden kara, hiç fark etmiyor. Yüce, köklü fikri derinlik, somut projelerden yoksundurlar. Bazıları açıkça AB’likci, İstanbul sözleşmecisi, Bilderbergcidirler. 

Bizi biz yapan şefkat, merhamet, bereket ve hakikat medeniyetimizden uzaklaşıyoruz. Bizleri bir arada tutan çimentoyu ihmal ediyoruz. Çimentosuz kumla duvar yapılmaya çalışılıyor, fakat olmuyor. Olması için tarihte olduğu gibi Türkü, Kürdü, Lazı, Çerkezi, Arabı sözde değil, özde beraber olmak zorundadır. Yalnız ne mutlu Müslümanım mefkûresinde, “eşit halk eşit hak” anlayışında olmalıdır.  Çanakkale ruhu olmadan kardeşlik ve barış olmaz. Yalnız bunlar lafta değil, icraatla olmalıdır. Dünyada bir buçuk milyar kardeşimizin bizi beklediğini unutmayacağız. 

Aile yapımızın durumu ortadadır. Anlatmaya gerek yok. Bu gün yaklaşık 800 bin aile dağılmış, perişan olmuş. İstanbul sözleşmesi, zinanın suç olmaktan çıkarılması, AB uyum yasaları adı altında her şeyimizi mahvettiler.

Eğitimin Durumu: Eğitim fireni patlamış araba gibi aldı başını gidiyor, içler acısı. Öğretmenler, idareciler tamamen itibarsızlaştırıldı. Taklitçi, sloganik bir eğitim anlayışıyla lider ülke olacakmışız. Eğitim tam Milli olmalı, Türkiye’de yaşayan herkesi kapsamalı, Türkiye Eğitim sistemi olmalıdır. Birliği, berberliği ve Çanakkale ruhunu öne çıkarmalıdır. Özellikle anlatılan tarih gerçeği yazmalıdır. Örneğin Çanakkale zaferi anlatılırken Türkü, Kürdü, Lazı, Çerkez’i kısaca herkesin orada olduğu özellikle yazılı şekilde vurgulanmalıdır. Gençliğe güçlü bir aidiyet duygusu ancak böyle verilebilir. Gelecek asırlarda var olmamız için tuz ruhuna değil, Çanakkale ruhuna, kendi medeniyetimizin dirilişine, İslam milleti anlayışına ihtiyacımız vardır.

Ayrıca bu ülkenin manevi mimarları olan gerçek âlimler halkın gözünde kasıtlı şekilde itibarsızlaştırıldı. Gerçek âlimler biran evvel toplumda layık olduğu yere oturtulmalıdır. Dine uygun konuştukları zaman ceza değil taltif edilmelidir.

 Gençliğin Durumu

Türkiye Cumhuriyeti Fulbright Eğitim Komisyonu ve İstanbul Sözleşmesinden kurtulmadığı sürece asla nesli muhafaza edemez, medeniyette inşa edemez. Gençliğimiz aşırı şekilde bozulmuştur. Amacı, gayesi olmayan, geleceğinden umutsuz, özgüveni eksik, zamanı yeme içme ve telefonu arasında geçen bir gençlikle karşı karşıyayız. Bu noktada gençler değil, bizler suçluyuz. Gençlere önderlik yapamadık, onlara kültür ve değerlerimizi aktaramadık. Herkes üniversite mezunu olsun diye çalıştık, fakat iş, aş iyi bir gelecek ortaya koymadık. Teşebbüs ruhuna dayalı eğitim olmayınca gençlere bir şey verilemedi.

Gençlerimizi; sosyal medya, ahlaktan yoksun diziler, filmler ve rezillikler eğitiyor. En sıkıntılısı da esrar, eroin ortaokula kadar inmiş durumdadır. Gençlerde ahlak ve maneviyat kalmadı. Önce ahlak ve maneviyat demek zorundayız.

En büyük tahribat dinde ve din algımızda yapıldı. Bu noktada hepimiz sorumluyuz. Gençler yapılan uygulama ve icraatlara bakarak “din buysa benden uzak olsun diyorlar”. Gençler bilmiyorlar ki bu uygulamaların Allah’ın diniyle uzaktan yakından ilgisi yok. Bu bizlerin vebalidir. Gençler yoğun şekilde deist oluyorlar. Örnek ve güzel ahlakımızla, yaşantımızla bu gençlere rol model olmak zorundayız. Gençliği olmayanın geleceği olmaz, gençlerimizi her alanda en iyi şekilde yetiştirmeliyiz. Hz. Ali (r.a) dediği gibi; “Gençleri kendi dönemimize göre değil kendi dönemlerine göre yetiştirmeliyiz”. Gençler değil bizler suçluyuz, gençlerimiz bizim aynaya yansıyan fotoğrafımızdır.

***

Birçok parti zaten var. Sizin diğerlerinden ne farkımız olacak?

Her şeyden önce anlattıklarımızı kendimiz yaşayacağız. Biz bir ırkı birleştiren değil, ülkeyi ve ümmeti birleştiren kavramı söylüyoruz: İslam Milleti, Ne mutlu Müslümanım, Eşit halk eşit hak diyoruz. Geminin kaptan dairesinde Türkünü, Kürdünü, Lazını, Çerkez’ini, Alevisini, Sünnüsünü görmek istiyoruz. Hepimiz bir milletiz, Türkiye ve ümmetiz diyoruz. Türkiye gemisinde ümmet rotasında yol alacağız. İslam Birliği, Ortak para birimi diyoruz, Barış gücü diyoruz, Komşu ülkeler antlaşması diyoruz. Komşu ülke ve D8 Bakanlığı diyoruz. Tam milli eğitim diyoruz. Neslimize, “babamdan ileriyim oğlumdan geriyim” anlayışında eğitim vereceğiz. Fabrika kuran fabrikalar kuracağız. Uşak değil lider ülke olacağız. Dışa bağlı değil, her şeyimizi kendimiz üreteceğiz. Dışardan ithal edilerek teknoloji çağı yaşanmaz, teknolojiyi sıfırdan üretir, kullanır ve ihraç edersek öyle teknoloji çağını yakalamış oluruz.  Makro ve mikro teknolojiyi biran evvel harekete geçirmeliyiz.

Avrupa ve batı bütünüyle bilgisayar çağına girdi, ama bilgisayarı kendisi yaptı. Aynı şekilde eğer bizde onu kendimiz yaparsak, bizim de kullanma hakkımız olur, bilgisayar çağına gireriz. Başkasının yaptığını satın alıp kullanarak bilgisayar çağına girilmez, çünkü kullanım talimatı yani beyni onlardadır.  Yoksa çalışıp ziraatçılık yapıp, zirai mahsullerimizi tırlarla tonlarca gönderip bir bilgisayar ithal ederek bu alım-satımla bilgisayar çağına girmiş olmayız. Bilgisayar çağına girmek için bilgisayarı kendimiz yapmamız lazım, teknoloji çağına girmemiz için teknoloji kendimiz yapmamız gerekir. Başkasının teknolojisini satın alarak veya onu kullanarak teknolojik çağa girilmiş sayılmaz. Teknolojik çağa girebilmek için teknolojiyi kendin üreteceksin bu şekilde o çağa girmiş olursunuz.

Başkalarının çağı senin çağın değildir, onların peşinden sürüklenmek o çağa girmek anlamına gelmez. Bizim gelişmemiz, hak ve adaleti tesisi etmemiz sadece İslam âlemi için değil, kendimiz için değil, bütün insanlık için yararlı olacaktır. Toplum olarak var olacaksak, tarihin karanlıklarında kaybolmayacaksak, özgür ve refah içinde yaşayacaksak yeniden ayağa kalkmamız, siyasi olarak teşkilatlanmamız ve böylece toplumun tüm fertlerine kadar inmemiz bir zarurettir. 

Biz bunu yapmazsak, biz yapmaya girişmezsek, bu böyle devam edip gidecek. Sonunda yine esarette kurtulamayacağız. İslam âlemi yine esarete düşecektir. Bir takım küçük diktatörler bu esarete milletimizi mahkûm etmiştir, halkları esaret için parça parça bölmüşlerdir.

Biz bu işi, Allah’ın Rızası için ibadet anlayışı ve aşkı ile yapıyoruz. İşimiz dış güçlerin isteğini değil istişare iledir, halkın isteğini dikkate alıyoruz, liyakat ve ehliyeti esas alacağız. Ölçümüz hakka dayalı adalet, eşitlik, şeffaflık ve dürüstlüktür.

Tepeden inme değil, tabandan tavana doğru teşkilat yapımız olacaktır. Birlik ve beraberliği sözde değil, özde sağlayacağız. Asla siyasi partilerin alternatifi değiliz ve olmayacağız, o partiye oy verenlerde bu ülkenin vatandaşlarıdır, kardeşlerimizdir, onlarında dedeleri Çanakkale’de yatmaktadır, biz haksız ve zulmeden sistemin alternatifiyiz. Türkiye, Türkiye’de yaşayanların sayısından büyüktür, yeter ki bunun farkına varalım, kardeşlik mesajımızı ulaştıralım. Sadece seçim arifesinde değil, 366 gün çalışacağız, değilse diğer partilerden farkımız olmaz.

Teşkilat yapımızda şimdiye kadar Türkiye’de hiç olmayan bir teşkilat yapısı olacak. Temsilde adaleti ve eşitliği esas alıyoruz. En küçük yerleşim yerinde, yerleşim yerinin ihtiyacına göre devlet gibi teşkilatlanmalıyız. Tam yerli ve milli bir parti olacağız. Selahaddin’i Eyyubi’nin, Alpaslan Gazinin, Tarık bin Ziyadın,  Fatih Sultan Mehmedin, Melayi Cezirinin, Ahmedi Xanin, Hacı Bektaş velinin, Mevlananın, Abdülhamid Hanın, Said’i Nursi’nin ve Necmettin Erbakan’ın görüşünde ve izindeyiz. Biz farklı olmak zorundayız. Çünkü bizim bir medeniyetimiz var, bu medeniyetin temsilcileriyiz. Tüm halkımızı kucaklayacağız. Herkes bizde anadilini konuşacak, Türkçe resmi dil şartı korunarak eğitim-öğretimin ikinci kademsinde isteyenlere okumayı, yazma ve konuşmayı devlet kendi öğretecektir. İcraat yaparken Hakkın ve halkın rızasını dikkate alacağız.

Dini kullanan değil, hak ve hukukun, adaletin hâkim olması için çalışan bir teşkilat olacağız. Önce kendimiz Hz. Ömer olacağız, sonra Ömerler yanımıza davet edeceğiz. Önemli bir özelliğimiz 366 gün meydanlarda insani, İslami ve siyasi çalışma yapacağız.

***

Hep soruyorlar, maddi gücü nereden bulacaksınız?

Biz bu işi Allah rızası için yapıyoruz. Biz Allah’ın dini, adalet, hak, hukuk hâkim olsun diye siyaset yapacağız. Dolayısıyla particilik yapmıyoruz, Allah’ın emrini yerine getiriyoruz. Hem bu dünya için hem diğer dünya için çalışıyoruz. Bizim davamız Hakkın davasıdır, ülke davasıdır. Birlik beraberlik ve ümmet davasıdır. Bunun için her il yönetimi, maddi yükünü kendi karşılayacaktır. Böylece yapılan yardım partiye değil, hakkın davasına yapılacaktır.

Kurucu üyeler ve genel idare kurulu maddi gücü oranında yardım edecektir. Bu bir nevi mallarımızı Allah yolunda harcamadır. Herkesin belirli oranda aylık aidatı olacaktır. Bu şekilde merkezde 4-5 arkadaş ve başkanlık divanı bal arısı gibi Türkiye çapında çalışacaktır.

***

Halk sizi tanıyor mu? Basınınız var mı?

Doğru yol işte budur, gel, diye sen bir yürü de,

O zaman bak ne koşanlar göreceksin sürüde!

Bu ülkenin kırk kıblesi olanlara değil istikameti doğru olanlara, tükürdüğünü yalamayanlara, ölecekse bile diz çökerek değil ayakta öleceklere ihtiyacı vardır. Allah bu anlayıştan muhafaza etsin. Biz güçlü yerli ve milli olan, siyasette kirlenmemiş, halkın sevdiği kardeşlerimizle teşkilatımızı kurduğumuzda; 10-15 kez televizyon programına çıkınca halk bizleri tanıyacak. Programa çıkarken birkaç kişi çıkacağız. Biri Türk, Kürt vs., yalnız bunu çok dillendirmeyeceğiz. Çünkü yanlış anlaşılabilir. Her ildeki yerel ve ulusal televizyonlara çıkıp davamızı, görüşümüzü ve programımızı anlatacağız. Sosyal medyayı çok iyi kullanmak zorundayız. Çünkü teşkilatımızda çok fazla gencimiz olacak ve zaten var. Teşkilatımızın yüzde ellisinin gençlerden oluşmasını amaçlıyoruz. Sosyal medyayı çok iyi kullanacaklar.

***

Çözüm önerileriniz, projeleriniz nelerdir? Birkaç örnek verebilir misiniz?

Hiçbir zaman sineklerle uğraşmayıp bataklığı kurutmalıyız. İnsanlara her acıktığında balık vermeyeceğiz balık tutmayı öğreteceğiz. Ülkenin kalkınması için üretim ve adil dağıtımdır. Ürettiğiniz ürünleri dünya piyasasında satabilmek için rekabet yapmalısınız. Bu rekabet hem kalitede hem maliyette olacaktır. Bunun içinde kalite ve maliyetin düşük olabilmesinde en önemli etken enerji ve insan gücüdür. Öncelikle enerji diye bir meselemiz kalmayacak. Yenilenebilir enerjiyi devreye sokacağız. Bunlar başlı başına sayfalarca ifade edilecek projelerdir. Burada kısaca bahsediyorum. Ben fizik eğitimcisiyim bu benim işimdir.  

Halkı kucaklayan psikolojik, sosyolojik, ekonomik ve teknolojik bir programımız vardır. Vatandaşın veya gençlerin ne için oy vereceğinin gerekçesiyle ortaya koymuş durumdayız. Karma olmayan alternatif eğitim kurumları olmalı. Öncelikle evlenemeyen gençlere iş aş sağlamalıyız. Çalışan memurlara aile yardımı artırılmalı, bu yardım eşin maaşı içinde veya kişisel hesaba aktarılmalıdır. Ev hanımlığı meslek olarak tanımlamalı, belirli sayıda çocuk yetiştiren anneler maaşa bağlanmalı ve emekli olmalıdır. Köylere kadar doğal gaz götürülmeli, köylerde üretime ağırlık verilmeli, köylerde hayvan dışkısından paket enerji atölyesi kurulmalıdır. Her köye ve beldeye mutlaka güneş enerjisi kurulmalı, her köyde en az bir mühendise iş verilmelidir. Hiçbir partiye hazineden seçim yardımı yapılmamalıdır. Bürokratlar sadece bir yerden maaş almalı. Yerinde teşhis yerinde çözüm olmalıdır. Boşa akıp giden ırmaklarımızın denize ulaşana kadar suyu bitmiş olacak. Her tarafta baraj ve sulama yapılacak. Katma değeri yüksek olan ürünler üretilecek. Türkiye’de üretilen ve üretilebilecek olan hiçbir şey birileri para kazansın diye dışardan ithal edilmeyecek. Gümrükler yükseltilecek, ilk başta medikal malzemelerinin ve yazılama dayalı teknolojik araç ve gereçler ülkemizde imalatı yapılmadığı için dışardan alınacak, en kısa zamanda bunları üretmek zorundayız. Montaj teknoloji sanayisi değil, üreten teknolojili sanayi kurmalıyız.

Devlet, millet ve çalışan beraberce yatırım yapmalıdır. Fabrika kuran fabrikalar kurmalıyız. Buralarda bilişim teknolojisi başta olmak şartıyla  araç-gereçlerin beyinleri dahil üretim yapmalıyız. İşsizlik için, halkın refah düzeyini yükseltmek için Ar-Ge projelerine hız vermeliyiz.

Yapay zeka, yazılım, bilişim programları, bilişim cihazları teknolojisi, gsm, haberleşme, internet teknolojisi, siber güvenlik teknolojisi, bulut sistemler, uzay havacılık teknolojisi, robotik sistemler teknolojisi, biyoteknoloji, biyogenetik, yenilebilir yeşil temiz enerji teknolojileri, hidrojen, toryum enerjisi teknolojisi, fabrika otomasyon teknolojileri, farmakoloji, doğal organik tarım için doğal tarım ilaçları ve doğal gübre üretimi için gıda teknolojisi,  doğal organik çevre dostu temizlik ürünleri teknolojisi ve tüm mühendislik dallarının teknolojileri, ARGE merkezleri inşa edilmeli.

Bilim ve Teknoloji Bakanlığı ayrı olmalı. Bu işe tam sahip çıkılması için bu şart.

Mega projeleri, işletmeleri, katma değeri çok yüksek ürünlerin üretimi için stratejik endüstri tesisleri yapılıp bitirilmeli. Bu tesislerden ve işletmelerden gelen gelirlerle ne enflasyon ne de ekonomik kriz yaşanmadan hedeflerimize ulaşmış olacağız.

Örneğin; çok teşekkür ediyorum şuan gerçekten şahane yollar yapıldı. Bu yolları yapmak için iş makinalarını yurt dışından satın aldık. Bu yollarda gidecek araçları, tüm otomobilleri de dışarıdan alıyoruz. Ancak biz olsak böyle yapmazdık. Önce bu yolları yapacak iş makinalını yapardık, arkasından bu yollarda gidecek araçları, otomobilleri yapardık, daha sonra hızlıca yolları yapardık. Paramız dışarı gitmezdi, ülke müthiş şeklide kalkınırdı.

Tüm bunları gerçekleştirmek için ilk önce saldırıya uğrayan, zayıflatılan Aile kurumunu güçlendirmeliyiz. Mevcut yasalar sorunu çözmedi daha da kötüleştirdi. Feminist cinsiyetçi kafalar, aile sorununu çözemez. Aile kurumu sağlıklı ve güçlü olursa, erdemli, diğergam ve idealist gençler de yetişir. Bunun için cinsiyetçilik yapmayan, hakkaniyetli, yerli ve milli bir Aile Güvenlik Kurulu kurulmalıdır. Bu yasa problem yaşayan bireye ceza vermekten çok, ıslah edici, düzeltici, iyileştirici, onarıcı olmalı.

***

Dirsek temasında olduğunuz partiler var mı? 2023 seçimlerindeki hedefiniz nedir?

İlkelerimiz doğrultusunda büyüceğeyiz birleşeceğiz; birleşip büyüceğiz. Daha önce kurulmuş şuan bize iştirak edebilecek küçük partiler var. O kardeşlerimizin teşkilatları ve elemanları bizimle beraber hareket edecekler ve onlarla çalışacağız. Belki 2023 seçimlerinde insani, İslami hassasiyeti olan, birlik, beraberlik, dış bağlantısı olmayan, halkın değerlerine savaş açmayan partileri bir araya getirip üçüncü bir güçlü ittifak oluşturabiliriz. Hak, hukuk, adalet, kardeşlik, barış, adil ve dengeli kalkınma için meşru şekilde ne yapılması gerekiyorsa onu yapacağız. Türkiye’den başka Türkiye, İslam Milletinden başka millet yoktur.

Bizler memleketin durumunu, İslam âleminin durumunu tarihi, sosyolojik perspektiften yani medeniyet açısından görüyoruz, bu açıdan bakmamız lazım olduğunu kabul ediyoruz. Bu açıdan bakmazsak eksik olur. Çünkü fikir ve ruh temel altyapı; ekonomi ve siyaset üst yapıdır. Yani biz manevi yapıyı altyapı olarak görüyoruz. 

Eğer altyapı dediğimiz manevi yapı, kültürel yapı, milletin öz yapısı bozuksa, onun ekonomisinin düzgün olması beklenemez. Şuan yolsuzluk, adaletsizlik, hukuksuzluk, yandaş kayırma ve peşkeş çekme almış başını gidiyor. İşte bu, mevcut durumun en güzel örneğidir.

Bizim medeniyetimiz, adeta aklımızın alabildiği, hayalimizin ulaşabildiği kadar, uçsuz bucaksız bir sergi gibidir. Bu medeniyetimizin sergisidir. Bu nedenle bir toplumun, bir ülkenin veya bir milletin hayatına baktığımızda mutlaka medeniyet perspektifinden görmeliyiz, sorgulamalıyız ve değerlendirmeliyiz. Yoksa eksik olur, arpa boyu yol alınamaz. Sadece duygu açısından, sanat açısından, ekonomik açıdan, maddi açısından, kuvvet açısından bakarsak eksik olur. Bilim adamlarının veya aydınların toplum hayatının sadece bir tarafı üzerinde durmaları önümüze eksik bir tablo koyar.

Bu nedenle her şeyden önce bir toplumda bir aydın hareketi olmalıdır. Toplumun aydınları her zaman uyanık olmalı, geçmiş hakkında, mevcut ve gelecek hakkında ortaya konmuş düşünceleri dikkatle izlenmeli, toplamalı ve bunları değerlendirmelidir. Ve sonunda çok kesin olmasa da bunlardan mutlaka kararlı bir hedef, bir rota çıkarmalıdır. Hak ve Kardeşlik Hareketine bu anlamda aydınlar hareketi diyebilirsiniz.

Eğer 1. Dünya Savaşı'nı parçalanmadan atlata bilseydik, İkinci Dünya Savaşı'nda Avrupa devletleri birbirine girerken önümüze çıkan fırsatlar kaçırılmazdı. Devletimizi II. Dünya Savaşı'na kadar hazırlamış olsaydık, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra, bir dünya devleti ve süper devlet olacaktık. Ancak tespitlerimizi iyi yapamadık, çok yanlış veya çok eksik bir değerlendirme ile çok riskli bir yol izledik. Neticede devlet parçalandı, kalan son parçasını da,  Siyonizm bugün parçalamak istiyorlar. Bunun için bizlerin uyanık olması, elini taşın altına koyması gerekmektedir.

Medeniyet merkezli ve sırtımızı medeniyetimize yaslayarak önce Türkiye'de birlik olmazsak arkasından dünyadaki Türkler ve Kürtler birlik olamaz. Böylece ilerleyen zamanlarda Rusya'nın veya dış güçlerin hegemonyasına girmek zorunda kalırız. Bunun için gelecek yıllarda ne olabileceğini düşünerek hareket etmek zorundayız. Bunun için D8 Ülkeleri/ Komşu Ülkeler/ İslam Birliği Parlamentosu kurmalıyız.

Bizim ortaya koymaya çalıştığımız kadim medeniyetimizdir. Bu medeniyet Dünyaya ve insanlığa bir mesajdır. Bir hakikat, bir medeniyet, kardeşlik ve barış mesajıdır.

Bizim alın yazımız, misak-ı millî hudutlarıyla sınırlı değildir. Çünkü bu coğrafya parçası milletimizin, memleketimizin sadece bir parçasıdır. Bir yanıyla Avrupalıların çizdiği sınırlardır, ülkemizin bugünkü sınırları bizi ve İslam alemini tehdit etmektedir, güçten düşürmektedir. Batılılar bizden koparılan toprakları paramparça etmişlerdir. Bunlara medeniyetimiz kapsamında çözüm koymalıyız.  

Bu yüzden hepimiz Allah'ın yeryüzünde halifesi olma görevimizi yerine getirmekle sorumluyuz.

Millet fikri bir ırkın değil, bir medeniyetin halkına millet denir. Bu medeniyette ırklar renkler, diller hepsi yan yana kardeşçe yaşarlar, bir tesbih taneleri veya bir tarağın dişleri gibidir ve bir toplum oluştururlar. Bu toplum bir millet demektir, yani medeniyetimizin toplumuna biz bir millet diyoruz. Millet sadece bir dili konuşan veya bir ırka mensup olan kişiler demek değildir. Bu medeniyet nerelerde ise orada bir tek millet vardır. İslam medeniyeti mensuplarının hepsi bir halktır ve bir millettir. Biz İslam medeniyetinin toplumuna İslam milleti diyoruz. Aynı şekilde onun ülkesi vardır. O da onun oturduğu yerlerdir. İşte bu medeniyetin bu milletin yeniden inşa edilmesi söz konusudur. Bu bakımdan görevimiz medeniyetimizi yeniden inşa etmeliyiz. Tarihi ve sosyolojik bir tahlil yakarsak bu sonuca ulaşabiliriz. Yakın geçmişimize, bugünkü halimize baktığımızda şimdiye kadar amaçsız boş bir uğraş için akıntıya kürek çektiğimizi görürüz. 

Tanzimat'tan bu tarafa yanlış bir yoldayız. Bu yoldan dönülmesi ve yine geçmişteki gibi İslam medeniyetinin inşasını gerçekleştirmemiz bir görevdir. Bu bütün insani ve İslami düşünen aydınların, yazar ve çizerlerin öncelikli bir görevidir. Düşünceler hep bu noktaya dönmelidir, hepimizin hedefi bu olmalıdır. Bundan sonra diğer programlar kendiliğinden gelecektir. Buna göre Müslüman Türk devletlerine de bu görüşlerle yardımcı olmalıyız. Afrika'ya böyle bakmalıyız, kendi pazarımızı kurmalıyız, kendi birliğimizi kurmalıyız ve kendi büyük medeniyetimizin yeniden inşasını gerçekleştirmeliyiz. Bu milletimize Allah tarafından verilmiş bir görevdir.

Bugünler geçmişin ürünüdür. Şimdiden yarınların temellerini atmazsak, geçmişteki bütün kayıplarımız gibi geleceğimizi de tüketmiş oluruz. Bu sebeple geleceğimizin üzerine ne kadar düşünürsek azdır, geçmişte birtakım hatalar yapılmasaydı insanlık bu zulümleri yaşamazdı. Bir misal vereyim birinci dünya savaşı ve sonrası…

Bugün atacağımız yanlış bir adım ileride milletimizin çok büyük tehlikelerle karşı karşıya gelmesi sonucunu doğurabilir. Bu sebeple ülkenin geleceğine her bakımdan, her açıdan bakmak ve bunun üzerine düşünceler üretmek hepimizin görevidir.

Medeniyetimizin yeniden inşası için bizim çok şuurlu olmamız lazımdır, yoksa beklenmedik şekilde patlak veren bir takım olaylar, toplumları hiç de istemedikleri yönlere götürebilirler. Bu yüzden biz geçmişte ecdadımızın yüklendiği görevi; İslam medeniyetinde yeniden dirilme, toparlanma ve gelişme görevini üstlenmeliyiz. 

Şimdiki kararlarımız gelecekte nerede olacağımız, nasıl ve niçin yaşayacağımızı belirleyecektir. Hayatımızı anlamlı kılan amaç ve hedeflerimiz yüceliğidir. Uğrunda bedeller ödeyeceğimiz bir ülkümüz yoksa arkamızdan söylenecek türkümüzde olmayacaktır. Barışın teminatı güçlü ordular değil, güçlü fikirlerdir. Çünkü insanlar fani, fikirler bakidir. Ancak İslam medeniyetini yeniden inşa edecek fikirlerdir. Bu noktada fikirde, ruhta ve düşüncede bir hareketi ortaya koyuyoruz.

Milletimizden olmayan yabancıları boyunduruğumuz altına almak için değil, bizden koparılmış bulunan parçalarımızı toplamamız için birtakım atılımlar yapmamız gerekir. Bugün tarih bizi zorluyor. Var olmak ve yok olmak noktasına gelindi. Var olabilmemiz için sakin bir şekilde kızgınlıkla veya tutkularla değil aklımızla tüm geçmişimizi en azından 1918'den sonrası hatta daha evvele giderek meşrutiyeti, Tanzimat’ı, yeni baştan sorgulamamız kuşkusuz Cumhuriyet dönemini de sorgulamamız ve nerede hata ettik nerede iyiye kötü, kötüye iyi dedik. Bunları teker teker yeni baştan ortaya koymamız lazım. Nerede sağlam ipuçları duruyorsa onlara tutunarak yeni baştan ele almamız lazımdır. Çünkü batılıları durduracak olan sadece güçtür. Batı sadece güçten anlar. Bu gücün oluşması için medeniyet temelli hareket etmemiz gerekir.

Şunu söyleyemeyiz ekonomide ilerleyelim, ondan sonra öbürleri gelir, zaten ekonomide de tek başına ilerlemek mümkün değildir. İlerleme hep birlikte olur, yani fikirde, bilimde, sanatta, ekonomide, teknolojide, tarımda, üretimde ilerleme yapmak gerekir. Mana aleminde ilerleme olmazsa madde aleminde ilerleme elbet bir gün çökmeye mahkumdur. Bunun için önce ahlak ve maneviyattır.   

 Biz geçmişte mana ve maddi alanda ilerlemeyi gerçekleştirmiş bir milletiz, bir halkız ve bu İslam milletinin önderliğini yapmış ve bunu da 20. yüzyıla kadar getirmişiz. İyice düştük bir daha ayağa kalkmayacağız anlamına gelmez ve çok daha güçlü bir şekilde ayağa kalkmanın fırsatı doğmuştur: Önümüzde iki yol ağzı vardır. Birisi bizi kurtuluşa, geliştirmeye, Yeniden Büyük Türkiye’yi inşa etmeye, büyümeye ilerlemeye götürecektir; birisi de tamamen parçalanıp toz haline gelmeye ve yok olmaya götürecektir. Bu bakımdan bu iki yoldan kurtuluşa giden en kararlı bu yola girmek zorundayız. Bu yola girmezsek öbürüne gireriz ve bu yol bizi felakete, yokluğa götürecektir. Tarihin kanunlarında da tabiatın kanunları gibi yaz vardır kış vardır. Allah lütfeder iyi mevsimlerde her türlü nimetini saçar biz onu değerlendiremez isek arkasından kış gelir ve kış sizin değerlendirmediğiniz günlerin hesabını en acı şekilde sorar. Aynı şekilde tarihinde yazları kışları vardır, fırsatları vardır Allah bir takım nimetleri tarihin belli anlarında bazı insanlara veya topluluklara bahşetmektedir. Bunu değerlendirmeyenler tarihin tokadı ile karşı karşıya kalırlar. İşte şimdi böyle çok kritik bir dönemi yaşamaktayız. Bunu anlamak lazım, anlamadan, bilmeden, farkına varmadan ne yapacaksınız. Siloganik içi boş söylemlerle bu işler olmaz, bu ülke mezardan idare edilmeyecektir. Allah razı olsun onlar yapması gerekeni yapmışlar, fakat çevresindekiler anlayamamıştır.

Şunu iyi bilmek gerekir; bu dünya iyilik ile kötülüğün bir savaşıdır. Bu savaş kıyamete kadar sürecektir. Bu nedenle kötüden daha güçlü ve donanımlı olmamız lazımdır, teknoloji, ağır sanayi, üretim ve silah donanımı bu açıdan çok önemlidir.  

Çünkü biz insanlar yeryüzünde Allah'ın halifesi olduğu inancındayız. Mademki bu inançtayız, mademki insanoğlu Allah'ın yeryüzünde halifesidir. İnsanoğlu Onun düzenini kurma, yani iyiliği emretme, kötülüğü engelleme görevini üstlenmiş olacaktır. Bunu da yaparken tabi maddi ve manevi güç gerekir.

İnsanoğlu gerçekten çok yetenekli bir yaratıktır. Bu yüzden ona eşref-i mahlûkat deniyor. Tabi hem iyide hem de çok kötüde yeteneklidir. O yüzden insan düştüğü zaman, insanoğlu kadar düşer, yükseldiği zaman da onun kadar yükselir, bunun gibi başka bir yaratık yoktur. İşte bu yüzden insanın sürekli uyanık olması, ruhunu diri tutması şarttır. Her an, her dönem gelen yeni nesil, kendini gözden geçirmelidir. Bize ne intikal etti? Biz nereden geldik bize ne verildi? Ne durumdayız? Biz ne yapmalıyız ve bizden sonrakilere ne bırakmalıyız? gibi soruları her yeni nesil kendisine sormalıdır.

Bir dönem vardır ki insanlar talihlidir, onlara zengin bir geçmiş emanet edilmiştir. Yani iyi bir miras kalmıştır. Onlar zamanın parlak bir dönemindedir. Bu durumda onlar kendilerine kalan mirasla hayatlarını devam ettirmeleri bile yeterli olabilir. Fakat bazı dönemler vardır ki, çok dar imkânlarla, çok kısır vaatlerle çevrilidir, adeta kuşatılmıştır. Çünkü bu dünyada Allah'tan başka düşmez kalkmaz kimse yoktur. Toplumlarda düşebilir, işte öyle büyük bir düşüş anında kader, gelen nesillerin sırtına çok büyük görevler yüklemektedir. Bizlerde bu konuda sorumluyuz.

***

Evet, en hayati soru şudur: Neden biz böyle bir talihsizliğe maruz kaldık?

Talihsizlik aynı zamanda bir talihtir. Çünkü öyle günler vardır ki, o zamanlarda insanlar hazır mirasa konmuşlardır. Bir nevi mirasyedi durumundadırlar. Bir insan düşünün babasından, dedesinden büyük bir miras kalmış, onunla hayatını devam ettirir, güzel bir hayat yaşar ve bu mirası zamanla bitirir. Yeni gelen nesillere her hangi bir şey bırakmaz. Bir insan da vardır ki kendisine babasından ve dedesinden hiçbir şey kalmamış, ama bu kişi yıkılmıyor, durmadan çalışıyor, çabalıyor, olan borçları da ödüyor, kendi hayatını da devam ettiriyor, kendinden sonrakilere de iyi miras bırakıyor.  Bu iki insanı düşünün hangisi daha muteberdir. Hazır mirasa konmayan daha muteberdir.

Şartların ne denli elverişsiz olursa olsun, geliştirilebilir ve er-geç olumsuzluklar yerle bir edilebilir. Bunun için her şeyden önce ruhumuz diri olmalı, olmalıyız, azimle mücadeleye devam etmeliyiz. Allah çalışana veriyor, vadi haktır. Çalıştık mı verecek inşallah.

Zulmün ömrü uzatan sebeplerden biri de onun suret-i haktan görülmesidir. Elbet bir gün sona erecektir, zulmün sonu yoktur. Tarih bunun örnekleriyle doludur. Bu noktada bizlere çok görev düşmektedir. Toplumun selameti, milletin selameti ve medeniyetin selameti hep birbirine bağlıdır. Bunlar birbiri için gereklidir. Her birimizin teker teker ve toplu olarak çalışmamız gerekir. Yoksa toplum yaşayamaz, millet yaşayamaz, medeniyet yaşayamaz. Elbet bu çalışmaları yapacak olanlar azimli, inançlı, sabırlı, imanlı olmalıdır.

Siyasi faaliyet, aksiyon, yönetimde görev almak, bütün bunlar insanoğluna hizmet ve yeniden dirilişe, hak ve kardeşliğe ön ayak olmak içindir. Sadece birilerine nasihat etmek veya bir nevi iyiyim demek kilisedeki vaazla yetinmek gibidir. Bu sebeple derdi, davası olan aydınlarımız, fikir adamalarımız bir araya gelip bu siyasi oluşumu gerçekleştirecektir.

Bundan dolayı bizim için önemli olan hak ve kardeşlik öncülerinin ve bu erlerin ne yapacağıdır. Hak ve kardeşlik yolunda çalışanlar yani aydın kadro organize olacaklar, öne düşecekler. Vakitten, nakitten harcayacaklar, Allah’ın rızasını kazanacaklardır. Hiçbir zaman insanın insana kulluğunu kabul etmeyecekler. Hiçbir zaman geçmişten gelen büyük sistemin bir anda silip süpürülmesine razı olmayacaklar ve her zaman geçmişi hatırlayacaklardır. Ama öte yandan geçmişinde mahkûmu olmayacaklardır. Çünkü yaşadıkları bir çağ vardır. Onu da değerlendireceklerdir. Geleceği, geçmişi ve hâlihazırı birleştirerek, zihin okullarında onlardan bir sentez yaparak hak ve kardeşlik havası içinde devamlı kendi kendilerini uyaracak, çevreyi de uyandırarak yola devam edecekler. Kısaca meşru şekilde organize olacaklar.

Biz siyaseti, siyaset için siyaseti kabul etmiyoruz. Particiliği de kabul etmiyoruz, partiyi kabul ediyoruz. Parti demek bir siyasi organizasyon demektir. Siyasi tavır alma, her insan için bir hak, bir görev olarak şarttır. Siyasi faaliyet kişi ve toplum için şarttır, fakat siyaset için siyaseti, siyasi bir zanaat haline getirmek, bunu bir çıkar kaynağı yapmak, işte doğru olmayan budur. Bu yolla meşru şekilde teşkilat kurma yine derdi ve davası olanların vazifesidir. Halk ancak o zaman onun arkasından gider, ama derdi, davası olan böyle bir örgütlenme yapmazsa halk, haklı olarak hiçbir zaman harekete geçmez ve bekler. Böyle bir hareketi temenni eder onun gerçekleşmesi için dua eder. Görüyoruz dünyada her türlü fikrin siyasi organizasyonu var. Neden bizim İslam medeniyeti müntesiplerinin, yani hakkın taraftarlarının organizasyonu olmasın, asıl hak onlarındır. Kur'an-ı Kerim'de dünya müminlere miras bırakılmıştır, yani dünya tasarrufu müminlerin hakkı olarak kabul edilmiştir. Bizler organize olmazsak toplumun yönetimini başkalarına, başka görüşlere, başka felsefelere bırakırsak, yeryüzünde hak, hukuk, adalet, sulh ve sükûn nasıl sağlanacak. 

Bunun için şuurlu, kadim medeniyetinin faziletinin bilincinde olanlar, batı taklitçisi olmayan aydınlar, derdi, davası olanlar kanunlar çerçevesinde bir araya gelmeli, organize olmalıdır.  Biran evvel devlet yönetimine talip olmalı, olan biten olayları doğru yorumlayıp genç nesilleri yetiştirmeli ve bu nesillerde görevi eski nesillerden devraldığı zaman bilinçli, tecrübeli olmalı, yanlış yapmamalıdır.

Toplumumuzun ruhundan büyük bir potansiyel, gelişim yeteneği vardır. Eğer şuurlarınsa zaman içinde bunlar ortaya çıkacaktır. İşte o gün gelmiştir o gün yakındır. İnsanlık yeni bir dönemin eşiği önündedir.  

Her siyasi görüşün dayandığı bir tarihi, sosyoloji ve fikri derinlik ve medeniyet anlayışı vardır, olması da gerekir. Siyasi görüşler kendini bir yere dayandırmalıdır. Ya doğu medeniyetine, batı medeniyetine ya da vahdaniyet medeniyetine yani bizim medeniyetimize dayandırması gerekir. Bizim medeniyetimiz hakkı üstün tutar. Üstünlerin, güçlülerin hukuku değil, hukukun üstünlüğünü savunur. Diğer medeniyetler gücü üstün tutar, bundan dolayı da kendisinin yaşaması için başkasının yok olmasını, zulmetmeyi meşru görür. Bizim medeniyetimiz ise hakkı üstün tutuğu için iyiliği emretmeyi, kötülükten sakındırmayı, sevgiyi, şefkati, merhameti, mazluma yardım etmeyi ve hakkaniyeti esas alır. 

İşte bizimle diğerleri arasındaki en büyük fark budur.  Bazıları kendilerini vahdaniyet medeniyetinde, yani hakkın safında olduğunu söyleyebilirler. Ancak hem Avrupa Birliği'ne girmeye çalışacaksınız, batı medeniyetinin kültür ve yaşam tarzını baş tacı yapıp, her şeyi onların medeniyetinden alacaksınız, bunun yanında da İslam medeniyetinde olduğunuzu söyleyeceksiniz. Hakkın safın da olduğunuzu da iddia edeceksiniz. Bu suret-i haktan gözükerek halkı aldatmadır. Halkı yavaş yavaş kendine benzetme ve hak rayından batıl rayına sokmadır. Bunun adı ya hakkı tanımama ya da hakla batılın farkını fark edememedir. Eğer hakla batılın farkındaysanız, kendinizle çelişmedir. 

Bu bakımdan hak ve kardeşlik davası bir yönüyle bir inanç davasıdır. Ama öte yandan da bir fikir davasıdır. Bir yanında da bir eylem ve bir aksiyon davasıdır. İnanç davası herkeste bilinmektedir, bu davada İslam inancının en saf şekilde yeniden kalplerimize ve ruhlarımıza yerleşmesi ve bizi en yüksek manevi atmosfere çıkarma davasıdır. Kuşkusuz bu davadan vazgeçemeyiz. Yani İslam medeniyeti deyince onu sadece maddi açıdan değil, asıl onun da temeli olan manevi açıdan ele almak elbette öncelik ifade eder. Hak ve kardeşlik davası öncelikle maneviyatımızın güçlendirilmesini düşünür. Bu temeldir, ancak yeterli değildir. Çünkü inancın gelişip, büyümesi için mutlaka düşünce hayatımızın zenginliğine, büyüklüğüne derinliğini ihtiyacı vardır. 

Bizim partimiz bahsetmeye çalıştığım diğer partiler gibi değildir. Sadece siyasi faaliyet yapmaz, hak, hukuk, adalet, üretim, süper güç olma partisidir, fikir partisidir, dava partisidir, ahlak partisidir ve kısaca bir mekteptir. Okullarda verilmeyeni, ailelerde verilmeyeni, sokaklar verilmeyeni, basında verilmeyeni, televizyonda da verilmeyeni; vererek verecek öyle bir gençlik yetişecek ki, nasıl Malezya, Endonezya Müslüman tacirlerin ahlakına bakarak Müslüman olmuşlarsa, gençlerimize bakarak Avrupa Müslüman olacaktır.

Bu dünyayı emperyalistler kurdu. 1945'te Roosevelt, Churchill ve Stalin, Rusya'nın Kırım bölgesinde Yalta limanından bir araya gelip “Yeni Bir Dünya” tasarladılar. Sözde insanlık artık huzura, barışa ve saadete kavuşacaktı. Arkasından Ortadoğu kan gölüne çevrildi. Buraların tamamı sömürülerek Müslüman ülkelerin kanı üzerine saltanatlar kuruldu.

Dış mihraklı Ortadoğu sorununu bütün boyutlarıyla anlaşılabilmesi için emperyalizmin bölgedeki planlarını tüm yönleriyle bilmek gerekir. Dünyadaki toplam petrol rezervlerinin yaklaşık %10'u Irak'ta, %10'u Kuveyt'te, %20'si Suudi Arabistan'da ve %10'u İran'da kısaca dünya petrolünün yarısı Ortadoğu'da bu nedenle buraya rahat yoktur.  Daha Ortadoğu’daki petrol yönünden zengin küçük devletleri saymıyorum. Ayrıca Körfez ülkelerinin bugüne kadar petrolden elde ettiği servetin halen yaklaşık 700 milyar dolarlık kısmı, batı bankalarında bulunduğu ve batı bankalarının temel servetini oluşturduğu, batı böyle ayakta durduğu bir gerçektir.

Problemi konuşmak meseleyi çözmüyor. Dünyanın beşten büyük olduğunu herkes biliyor. Bunu söylemek yetmiyor, arkasından çözümü ortaya koyup, uygulamak gerekiyor. Bugünkü dünyanın küresel kuruluşları olan Birleşmiş Milletler, Dünya Bankası, IMF, NATO gibi teşkilatlarının hepsi, insanlığın ifsadı için çalışmaktadır.  Bunlar yerine hakkı ve adaleti üstün tutan, ifsada değil ıslaha çalışan kuruluşlar tesis edilmedikçe, dünya huzur ve refaha kavuşmayacaktır. Dünya hak çerçevesinde batılın egemenliğinden kurtarılıp yeniden tanzim edilmedikten ve yeni bir dünya olarak gerçekleştirilmedikten sonra insanlık kurtulamaz.

İslam bütün insanları eşit haklara sahip kabul eder. Hakkı üstün tutar, sömürüyü reddeder, kimsenin kimseye kul ve köle olmasını kabul etmez. Bu yüzden siyonizm tarihi boyunca hep Hakkı üstün tutan İslam'ı hedef almıştır. Bundan dolayı küfür tek millettir.  Ne haritaya baktığınızda çeşit çeşit renk renk birçok soylar soplar ülkeler görsek de, bunun manası küfür tek bir merkezden idare edilir demektir. Bu merkez Dünya Siyonizm’idir.

 İster Tevrat’a, isterseniz Kabalaya bakın Siyonizmin amentüsünün şunlar olduğunu görürsünüz. Bunların birincisi Ben-i İsrail üstün ırktır. İkincisi Ben-i İsrail dünyanın efendisi diğerleri kölesi olacaktır. Diğer ırklar maymun olarak yaratılmış, sonradan insana dönüşmüştür. Çünkü diğer insanlar Ben-i İsrail'e hizmetkâr olsun diye yaratılmıştır.  Bunlar ilk önce Filistin topraklarında toplanacaklar. İkinci adımdan Fırat ve Nil arasında ki vadedilmiş topraklarda büyük İsrail imparatorluğunu kuracaklardır.

***

Adil bir düzen inşa etmek görevimizdir.

Adil ekonomik düzende devlet ülkenin ve bölgelerin makro planını yaptırır. Bunlarla ilgili yatırım projelerini hazırlatır. Böylece herkes ülkenin her yerinde tarım, sanayi ve hizmet sektöründe gerek mevcut yatırımların verimliliğini artırmak yönünden, gerekse yeni yatırımlar yönünden hangi projelerin teşvik edileceğini önceden bilir. Şahıslar projelerden istediklerini seçerler ve bunları yürütürler. Devlet bu projeleri her bakımdan destekler. Bunlarda en faydalı ve verimli olanlarının öncelikle gerçekleşmesi için çeşitli teşviklerle yönlendirir.

Lafla büyük devlet olunmaz, medeniyetle olunur, medeniyetimizi diriltmekle olur. Devleti güçlendirmek, medeniyetimizi güçlendirmek, inanç işin temelidir, sadece inancı güçlendirmek ile de olmaz. Fazilet yönünden güçlenmeli, ama hemen bunun arkasından İslam'ı yaşamak, toplumca müslüman olmak ve ardından da İslam milleti ve medeniyetini yeniden inşa etmek gerekir. Büyük devlet ancak bu şekilde kurulur. Bu kurulmadan da müslümanlar için gerçek anlamda hiçbir güvence, huzur ve saadet yoktur. Aslında İslam milleti ve medeniyeti yok olmuş değildir, sanki kül serpilmiş üstü külle örtülüdür. Üstüne ölü toprağı atılmış şekilde, toz - toprak altında, İslam milleti mevcuttur. Ama bölünmüş, parçalanmış, adeta üstüne ölü toprağı serpilmiş, bu milleti ortaya çıkarmak imkânsız değildir. Suriye, Irak ve Ürdün benzeri coğrafi terimlerdir. Suriye milleti, Irak milleti ve benzeri yok. Bir İslam milleti vardır. Bölünmeler sunidir ve bir İslam toprağı vardır, ondan büyük bir İslam Devleti’ de olması doğaldır. İslam medeniyetini yeniden alevlendirmek, diriltmek, üst seviyeye yükselmek ve arkasından da o Yeniden Büyük Türkiye inşa etmek, işte çağımızın davası budur. Biz bunun için yola çıktık. 

Hak ve Kardeşlik sadece bir kişinin görüşü değildir, hepimizin görüşü ve sadece bizimle başlamadı, bizden evvelki neslin bize bıraktıklarının üzerine inşa edilmiştir. İslam âleminin her tarafındaki düşünürlerin hak ve kardeşlik görüşünde olanları, İslam'a hizmet etmiş bütün bu bilginleri bu mücahitleri kabul ediyoruz ve bunların hepsinden yeni neslin faydalanmasını istiyoruz. Hepsini hak ve kardeşliğin önderleri sayıyoruz.

Hak yolda olduğumuz için asla karamsarlığa, kötümserliğe ve ümitsizliğe kapılmaya gerek yok. Davamız ve idealimiz boşa dönen değirmen taşı değildir. Buğday öğüten değirmen taşı olduğu için bu çalışmalarımız, hem bu dünyada hem öbür dünyada sonuç verecek ve özlediğimiz süper devlet ve süper medeniyet doğacaktır, İnşallah.

***

Bu kadar parti varken sizin onlardan ne farkınız olacak?

Ön önemli fark yaklaşım farkı ve güçlü fikirler somut projeler, laf değil icraat farkı olacak, inşallah. Bir örnek verecek olursam: Güneydoğu Anadolu meselesini ya da Kürt meselesi diye ifade edilen meseleyi bildiğimizi sanıyoruz. Herkes meseleyi kendine göre bildiğini sanıyor, devlet adamlarımız bildiğini sanıyor. Bilim adamlarımız, politikacılar, parti mensupları bildiğini sanıyor. Aslında hadiseyi bilmiyoruz. Güneydoğu'yu bilmiyoruz, tanımıyoruz ve bilmekte istemiyoruz. Çünkü bildiğimizi sandığınızdan bilme inceleme-araştırma ihtiyacını hissetmiyoruz. Her şeyden önce insan karşısındaki meselenin ne olduğunu incelemeli. Güneydoğu nedir? Nereden nereye gelmiştir? Nasıl gelmiştir? Bu meseleyi bilmeden Güneydoğu'daki soruna çare bulamazsınız.

Güneydoğu'da en tarihi şehri Diyarbakır'ı ve Diyarbakır'da Ulu Camii ele alalım. Sokakta herhangi bir kişiye sorsanız bunu kim yaptı? Bu nasıl yapıldı? Bunu çoğunlukla bilmez. Eğer yaklaşık bir şey söylerse, bunu ne okuldan öğrenmiştir, ne devletin bir kurumundan, ne de TRT den öğrenmiştir, ne de günlük gazetelerden öğrenmiştir. Bunun iki sebep vardır.  Bu konuda bir parça bilgisi varsa ya şahsi gayretiyle öğrenmiştir. Ya da halkın anlatımlardan veya şifahi ifadelerinden öğrenmiştir. İçinde yaşadığınız şehirde, ortamda, İstanbul'da bu böyledir. Eğer bir şeyleri öğrenmişseniz, bunu halkın söylediği, rivayet ettiği şeylerden veyahut da kendi gayretinizle bir kitaptan, bir yerden araştırıp öğrenmişseniz demektir. Bunları planlı programlı olarak devlet öğretmemiştir. Kendi tarihini, kültürünü, medeniyetini bilmeyenler çözüm değil problem üretir, bu problemi de çözüm zanneder. İşte bu bir farktır.

Hayat sadece yaşamak için yaşamaktan ibaret değildir. Hayat bir anlamdır. Hayatımıza bir anlam veremiyorsak, hayatımıza bir yorum getiremiyorsak yaşadığımız hayat hayat değildir. Çünkü denizi görmeyen, gölü görünce deniz zanneder. Anlamlı bir hayatta, millet hayatı kişilerin hayatından çok daha yorum, anlam ve tarih yüklenecektir.

Olaylara bakışımızda ölümsüz mesajlar yer almıyorsa, tarihin getirdiği imkânlar ve kolaylıklar, insani sorumluluğumuz yoksa karşımıza çıkan sorunları nasıl çözebiliriz?

Güneydoğu deyince aklımıza sadece Kürt kardeşlerimizin bir yağını geliyorsa, siz bu meseleyi çözemezsiniz. Orada bir Akkoyunlu hadisesini bilmiyorsanız, Artukluların geçmişte neler yaptığını bilmiyorsanız. Eğer siz orada Anadolu Selçuklularının ve Büyük Selçukluların nasıl yerleştiğini bilmiyorsanız. Siz bu meseleyi çözemeyeceksinizdir 

Kürt ve Türklerin nasıl beraber oraları yurt ve devlet yaptıklarından, nasıl beraber çalıştıklarından, nasıl kaynaştıklarından haberiniz yoksa meseleyi çözmeniz mümkün değildir.  Şu son 35 yıldaki göç sebebiyle daha çok Türk kökenlilerin batıya göçmesi yüzünden oraya siz de hemen burası Kürt diye bir damga basarsınız, zaten siz bu meseleyi çözemezsiniz. Mesele sırlar ve kör düğümler yumağı halinde önümüzde durur.

Hak ve Kardeşlik Hareketi mevcut herhangi bir düşünce veya hareketin reaksiyonu değildir. Doğrudan doğruya bir ilim ve fikir aksiyonu olarak ortaya çıkmıştır. Hak ve Kardeşlik Hareketini ortaya çıkaran sebepleri ve mücadelemizi anlamak için nasıl bir, Türkiye’de,  dünyada yaşadığımızı, bugünkü mevcut dünya düzeni nasıl ortaya çıkıp işlediğini bilmemiz gerekir. Hak ve Kardeşlik Hareketinde milletimiz kendisini bulmaktadır, aradığını bulmaktadır. Milli bünyemizin kendisini temsil etmektedir. Hak konusunda hiçbir renk dil, din ırk ve sınıf farkı gözetilmez. Temel noktamız hak ve adalettir. Devlet millete zulüm değil, millete hizmet için vardır.

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.