Keterbi/Kıtılbıl mahallesi ismi üzerinde bir açıklama!
13 Mayıs 2022 günü Diyarbakır Sur Belediyesi Meclisince, Sur Belediyesine bağlı Keterbi/Kıtırbil isminin değiştirilmesi cihetine gidilerek, söz konusu mahalleye Diyarbekir’in Müslümanlarca Fethedilmesinin karargâhı mahalli olması nedeniyle, Fetih Mahallesi adı verildiğini yeni duydum. Mahalle isminin değiştirilmesine gerekçe olarak da Kıtılbıl isminin telaffuzunun zor olması nedeniyle alındığı ekteki kararda görmüş oldum. (1)
Ancak Sur Belediyesinin mevcut ve meri yasalar muvacehesinde yaptığı bu tasarrufa, Diyarbakır Dicle Üniversitesine bağlı Eğitim Fakültesinde Kimya Profesörü İbrahim Aziz Yağan beyin itirazda bulunarak, 13 Haziran 2022 günü Sur Belediyesi Başkanlığına yazdıkları dilekçe’de alınan kararın yeniden gözden geçirilerek mahallenin isminin tekrar Kıtılbil olmasını istediklerine tanık oldum. (2)
Burada öncelikle mahallenin ismi üzerinde yapılan tasarrufa istinaden, söz konusu mahallenin isminin geçmişine bakmakta yarar gördüğümü ifade etmek isterim. Zira burada bir belge olarak sunacağım ekteki açıklamadan da anlaşılacağı üzere, 31 Mart 2016 günü Agos Gazetesinde “Ateş Gavur Mahallesine mi düştü?” başlıklı yazısıyla anılan mahalle için, Zakarya Mildaroğlu’nun verdiği malumata göre, mahallenin Ermenice olan Keterbi isminin zamanla Kıtılbıl’e dönüştüğünü görmekteyiz. (3)
Aklıma takılan şu, bir Diyarbakırlı olarak ve de görev ifa ettiğim süre içinde “ana rahmi” olarak andığım Sur Belediyesi mücavirindeki bir mahallenin geçmiş isminin tekrar iadesini isteyen bir kimyagerin, tarihi gerçeklerden kaçınarak transformasyona uğramış bir kavram üzerindeki hassasiyetinin sebebi sadece alışılagelen isimle mi sınırlıdır?
Eğer böylesi bir durum söz konusu ise, o zaman şu soruyu Sayın İbrahim Aziz Yağan bey’den sormak gerekmez mi? Siz bırakın mahallenin isminin telaffuzundaki zorluğu, söyleyin bakalım “KITILBIL” ne anlama gelmektedir? Bu sözcüğün karşılığının hangi dilde anlamı vardır? Önce bunun üzerinde durup, Anadolu topraklarında Aziz İslam’la tanışan ilk şehrim Diyarbakır’ın fethi için kurulan karargâh mahalline, FETİH kelimesinin verilmesi çok daha anlamlı ve anlaşılır olmadı mı? Kaldı ki basına yaptıkları açıklama da Prof. Dr. Aziz Yağan, “Yer adlarının korunması, tarihi mekânların korunması kadar önemlidir” demişler. Bu açıklama da kastedilen genel bakış ise doğrudur derim. Münferiden geçmişleriyle insanlara tarihi acılar hatırlatan mekânlara mahsus olursa, burada geçmişteki acı hatıralar yerine huzur ve mutluluğa vesile olan tarihi gelişmelere yer verilmelidir.
Şimdi gelelim Sur ilçesine bağlı KITILBIL Mahallesinin Diyarbakır tarihindeki yerine. Diyarbakır “Şehir Salnameleri”’ne baktığımızda, 1868'de tarihi Sur içinde iki belediyenin kurulduğunu görmekteyiz. 1880 yılında Şarki Diyarbekir ve Garbi Diyarbekir diye. Garbi Diyarbekir’in belediye reisi bir Müslüman, Şarki Diyarbekir’in belediye reisi ise bir gayr-i Müslim olup Ermenidir. 1878 yılında imzalanan Ayastafanos ve Berlin Antlaşmalarından sonra, kurulan Ermeni Komitaların Avrupalılar ve Ruslar tarafından kışkırtmaları neticesinde bu güzel dostluk ve arkadaşlık on yıl sonra Ermeniler yüzünden düşmanlığa dönüşecektir. Hınçak ve Taşnak komitelerine mensup bazı kimselerin Diyarbakır’a gelerek başlattıkları propagandalar sonucu burada da yıkıcı ve ayrılıkçı faaliyetler yaşanmaya başlar. O günleri yaşayan ve olayları izleyen canlı tanıklardan biri Diyarbakır’lı Mustafa Âkif Tütenk’tir. Yazdıkları Mahsûl-i Leyâl-i Hayatım veya Görüş ve Seziş adını verdiği 4 defterden oluşan anılarından özetleyelim; “Hınçak ve Taşnak komitecilerinin tahrik ve teşvikleriyle Ermeniler, evlerde, kırlarda, şehir dışındaki Arap Kastalı, Fiskayası, Cinobaşı gibi mevkilerde toplanarak Ermenistan hayalinin gerçekleştirilmesi için yapılması gereken hususları, silahlanma yollarını tartıştıkları bilinir ve fakat zabıtaca göz yumulurdu” demektedir.
Diyarbekirli tarihçimiz Şevket Beysanoğlu, İstanbul’dan Diyarbekir’e ziyarette bulunan, Ali Emiri Efendi’nin o günlere dair ve günümüz diline çevirdikleri anılarını iki ciltlik Diyarbakır Tarihi’nde yer verir. Ali Emiri Efendi o günlere dair şunları anlatıyor;” On altı sene sonra Diyarbakır’a döndüğüm zaman, “… İslam ve Hıristiyan ahaliyi de pek neş’esiz buldum. Vaktiyle teklifsizce görüştüğüm iki millet içindeki ahbaplarımdan gizli bir surette sebebini sorduğumda, Rusya’nın Şark vilayetleri hakkındaki maksadı zaten malumunuzdur. Bu muhitin ahalisi bu hususa pek de ehemmiyet vermiyorlardı. Lakin şimdi Avrupa’da Taşnaksutyun ve Hıçakyan gibi bazı komiteler zuhur ederek topladıkları büyük paralarla memleketimizdeki İslamlarla Hıristiyanlar arasına fesat ve düşmanlık tohumları saçıyorlar. Ben on beş gün Diyarbekir’de kaldıktan sonra Elazığa gittim. Aradan henüz bir ay geçmemiş iken Diyarbekir’de bilinen olay yüz gösterdi.” demektedir. Şevket Beysanoğlu şimdide Diyarbakırlı Mustafa Akif Tütenk’in anılarından bahseder. 1894 senesi Aralık ayında Hüsrev Paşa mahallesinde başlayan kolera salgını kısa bir süre sonra etrafa yayıldı. 1895 yılı Eylül ayına kadar devam etti. Büyük çoğunluğu İslam olmak üzere şehir nüfusunun yarısına yakın bir miktarı telef oldu. Kolera bertaraf edildikten sonra dağıldıkları köylerden evlerine dönen Ermeniler, Rusya’dan kaçıp gelen komiteci ırkdaşlarının tahrik ve teşvikiyle işi daha da azıttılar. Kiliselerde, evlerde toplanarak ayaklanma hazırlıklarına giriştiler. Diyarbekir ve çevresindeki 5 vilayetin Ermenilere bırakılacağı, buralarda bir Ermenistan kurulacağı söylentileri Müslüman halkı telaşa vermiş, Ermenileri de şımartmıştı. Sık sık çanlar çalınıyor, kiliselerde toplananlara komiteciler tarafından konferanslar, talimatlar veriliyordu. Diğer taraftan Avrupa gazeteleri Hamidiye Alayları’na ve Kürtlerin Ermenilere tecavüz etmekte olduklarını, büyük devlet elçilerinin Berlin antlaşması uyarınca Ermenilere daha geniş imtiyazlar verilmesi için Bâbiâliye müracaatta bulunduklarını yazıyorlardı. Ermeni esnafın Müslüman halka karşı tutum ve davranışının bile değiştiği, soğuk, asık suratlı, saldırgan bir durum takındıkları görülüyordu. Devlet dairelerinin birçok yerlerine Ermeni memurlar yerleştirilmeye başlandı. Mahkemelerde, meclislerde, polis ve jandarma hizmetlerinde birçok Ermeni memur vardı. Hatta mahkeme-i Şeriyye’de (Şeriat Mahkemesi) Hıristiyan dava vekili kabul etmek olağan sayılıyordu. Valinin tercümanı Dikran Efendi isimli bir Ermeni idi. Dikran Ermenilerle ilgili evrakın tercümesinde, olayların valiye arzında tarafsız davranmaz, görevini kötüye kullanarak daima Ermenilerin lehinde bulunurdu. Meselâ kurdukları tiyatroda, Ermenilere zulüm ediliyor gibi Ermeni halkını isyana teşvik eden, oyunlar yazılır, sahneye konulmasına izin verilmesi için vilayete yapılan başvuruya bu Ermenice oyunda eklenir, memurlar arasında Ermenice bilen bir Müslüman bulunmadığından, Dikran inceler ve sakıncası olmadığına rapor verirdi. Ermeniler, Amerika ve Avrupa’dan kendilerine yabancı konsolosluklar vasıtasıyla gönderilen neşriyatı okudukça, hayallerinin gerçekleşeceğine inanıyor ve faaliyet sahalarını genişletmeye, komiteleri çoğaltmaya, silahlanmayı hızlandırmaya çalışıyorlardı.* Ermeniler, bir olayın çıkması ve bir çatışmanın meydana gelmesi için tahriklerine devam ediyorlardı. Müslüman halkın sevip saydığı bilginlerden Ali Efendi’nin sarığını başından kaparak tahkir ve tezyif ettiler. Maksatları İslam halkı heyecanlandırıp galeyana getirmek, böylece arzuladıkları kargaşayı çıkarmaktı. Diyarbekir Ermeni isyanı ile ilgili 12 Eylül 1312 (1896) tarihinde İstanbul Sorgu Hâkimi Mehmet Emin, Albay Sadık, Yarbay Abdurrahim Nafiz, Beyoğlu Sorgu Hâkimi Ohannes Torosyan’dan oluşan tahkikat heyetinin tuttuğu rapor:”… Öteden beri Diyarbekrr’de emniyet ve asayiş tam ve mükemmel olduğundan herkes iş ve gücü ile meşgul idi. Ermeniler yavaş yavaş davranış ve tutumlarını değiştirerek hükümete ve İslamlara karşı yersiz ve küstahça davranışlarda bulunmaya başladılar. Geçen eylülün sonunda asayiş ve emniyet yine eskisi gibi tam ve mükemmel olmasından ötürü İslamlarla Ermeniler birlikte hükümete ortak imzalı bir mazbata ile birde telgraf göndermişlerdi.”
Olaydan bir hafta önce Müslüman halk da Ulu Cami’deki Caminin Kütüphanesinde toplandılar. İlgililer nezdinde teşebbüse geçmek, durumu protesto etmek ve gereken mukabil tedbirleri almak üzere memleketin ileri gelenleri arasında bir komite seçtiler. Bu komitede Pirinçizade Arif, Müftüzade Fazıl, Talat ve İsmail Efendilerle Süleyman Nazif de vardı. 23 Ekim 1311 (4 Kasım 1895) tarihli ve olay sırasında Mâbeyne çekilen telgraf Süleyman Nazif tarafından kaleme alınmıştı. Bir belge niteliğinde olan bu telgraf, Diyarbekir’i temsil eden 400 kişinin imzasını taşıyordu. Söz konusu rapor oldukça uzun olduğundan ve olayları bütün tafsilatıyla açıkladığından dolayı kısa keserek burada ve özet olarak önemli gördüğümüz bu satırlarla devam edelim;”…Kargaşalık çıkarmağa muvaffak olamayan ihtilâlci Ermeniler, İslam mabetlerine tecavüz ederek Müslümanları heyecanlandırmak böylece kargaşalık çıkarmak yoluna saptılar. 20 Ekim 1311 (1895) günü Cuma günü Müslümanlar Cuma namazı kılmak üzere camilerde bulundukları bir sırada Ermeni fedaileri Cami-i kebir, Fatih Paşa, Behram Paşa, Sultan Sa’sa camilerine hücuma kalkıştılar. İslamların avlu ve çevresindekileri şehit etmeleriyle çok zamandan beri arzuladıkları kargaşalığı çıkarmaya başladılar. Hükümetin ciddi tedbirler alması sonucu karışıklık teskin olmaya yüz tutmuş ise de kırk sekiz saat sürmüştür.” Buna rağmen Müslüman halk soğukkanlılığını korudu ve bir olayın çıkmasına imkân vermedi. O gün Müslümanlar camilerde Cuma namazını kılmakta iken her taraftan silah sesleri duyuldu. Şeyhmatar caddesindeki boyacı dükkânından çıkarılan yangın Samanpazarı, Sakocular, Yenihan, Sipahipazarı, Kürkçüler, Belediye civarı, Hafaflar, Çifteseki, Buğdaypazarı, Kazancılar, Uzunpazar sınırları içindeki 677 vakıf ve bir o kadarda şahıslara ait dükkân, fırın, ticarethane ve iş hanı tamamıyla yandı. (Çarşıya şeviti)
Ermenilerle Müslümanlar arasındaki çarpışma üç gün sürdü. Ancak şehre çok yakın bulunan Kıtırbıl’de birkaç gün daha devam etti. Bu olayda Müslümanlardan 70 şehit, 80 yaralı; Ermenilerden 300 ölü ve 120 yaralı bulunduğu belirlenmiş ve tarihe not düşülmüştür.
Süryani-kadim papazlarından Makdisi Yakupoğlu Beşârâ, Aile Kütüğü Ve Raznâme adını verdiği anılarında bu olaydan söz ederken,“1311 (1895) yılının 20 Teşrinievvel (Ekim) Cuma günü öğleyin İslam ve Hıristiyanlar arasında bir mukatele oldu. Bu bizim günahımız yüzündendi. Üç gün devam etti. Cumadan Pazar akşamına kadar sürdü. Tanrı bizi korudu. Bizler bu felaketten kurtulduk” diyordu. Yaşanılan bu tarihi acının bıraktığı izleri yaşatan KITILBIL isminin değiştirilmesi her açıdan olumlu olmuştur. Ayrıca İslam’la müşerref olan şehrimizin fütuhatının simgesi olması nedeniyle, bundan böyle FETİH MAHALLESİ olarak anılması takdire şayan olmuştur. Keza Sur Belediyemiz Meclisince aldıkları bu karar nedeniyle Sur’da doğmuş ve üç yıl sekiz ay Belediye Başkanlığı yapma şerefini taşımış bir Diyarbekirli olarak, kendilerini tebrik ve teşekkür ediyorum.
KAYNAK: Şevket Beysanoğlu/ Anıtları ve Kitabeleri ile Diyarbakır, Diyarbakır BŞB Kültür Yayınalrı, MN Tanıtım Ankara-1996
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.