Ensar Ruhunu Diriltmek!
"Allâh'a ve Ahiret gününe imân eden kimse, misafirine ikram etsin. Allâh'a ve âhiret gününe imân eden kimse, akrabasına iyilik etsin. Allâh'a ve âhiret gününe imân eden kimse, ya faydalı bir şey söylesin veya sussun." (Buhârî, Edeb, 85)
Ramazan'ın en güzel yanlarından biridir; geleneğimizden gelen misafir kültürü, birlikte yapılan iftarlar, muhabbetler. Modern insan yalnızdır, yalnızlaşır, yalnızlaştırılır. Oysa geleneğin bize öğrettiği paylaşmak, birlik olmaktır. "Böl, parçala, yut!" felsefesi gereği, diğer pek çok şey gibi misafir kültürümüz de rafa kaldırılıyor. Misafirle şenlenmiş, bereketlenmiş sofralarımız kasıtlı bir şekilde yalnızlaştırılıyor, sosyal hayat yerini bireysel, ferdi yaşama terk ediyor, giderek insanlar daha bencil, ben merkezli tutum sergiliyor. Muhabbetle kurulan Halil İbrahim sofraları yerini, kafe/restoranların ruhsuz, kasvetli, samimiyetsiz ve kesif havasına terk ediyor. Gök sofralarının izdüşümü misafirle şereflenen yeryüzü sofralarımız ne yazık ki giderek yok oluyor. Yeryüzünün misafiri insanoğlu sanki o yeryüzünün tek ve ebedi misafiri hatta ev sahibiymişcesine yanılgı içerisine düşüp, yozlaşıp, ruhsuzlaşıyor gün geçtikçe.
Oysa ki bizim; gülümsemenin, tebessümün bile sadaka sayıldığı, ikram bilindiği bir dinimiz, kadim bir kültürümüz var. Konukseverlik ve ikram geleneğimizin olmazsa olmaz unsurlarındandır. İkram; bir kültür meselesidir, herkes kendinde bulunanı ikram eder, güzellikler barındıran kişi elbette bunlardan ikram edecektir. Sunduğumuz ikramı misafire layık bulamamak daha güzeli için çabalamak bizim kültürümüzün önemli bir davranış biçimidir. İkram geleneğimiz en özgün ve hoş haliyle bayramlarda, Ramazan sofralarında ve düğünlerde daha bariz ortaya çıkar. Güler yüz, tatlı dil, yiyecek ve içeceklerin yanında en makbul ikramdır, hele günümüzün yalnızlaşmaya mahkum kent insanı için. Gönülden gönüle olur ikram bizde, birliğimizi, kardeşliğimizi sembolize eder misafirlik. İnsanımız misafire çok önem vermiş, kapısına her kim gelmişse "Tanrı misafiri" kabul etmiştir. Anadolu'yu karış karış gezmiş olan İbn-i Battuta "Seyahatname"sinde Anadolu insanının misafirperverliklerini anlatmakla bitiremez, geleneğimizdeki "Ahilik" örneğinden de yola çıkarak İbn-i Battuta ikram sever bu kadim halktan övgüyle söz eder.
Tarihimizin bir diğer en güzel misafir - ev sahibi örneği de hicret sonrası Ensar-Muhacir örnekliğidir. Hem konukseverliğin hem de kardeşliğin güzide misalini sergileyen Medineli müminler, sahabe-i kiram bir benzeri zor bulunur şekilde tarihe adını yazdırmıştır. Muhacirler; yani Mekkeli Müslümanlar fedakârlık ve zorluklarla Medine'ye hicret etmeye çalışırken Medineli Müslümanlar da onların bu büyük mücadelesine yaraşır bir muhabbetle kucak açıp bağrına basar kardeşlerini ve elinde, avucunda, gönlünde ne varsa paylaşır onlarla. Ensar ve Muhacir arasında peygamberin tesis ettiği bu kardeşlik karşısında Arap'ın baskın kabilecilik ve ırkçılık anlayışı erimiş yok olmuştur. O günün demografik şartlarını hesaba katarak okuduğumuzda, bu meselenin ne kadar muazzam bir adım olduğu anlaşılmaktadır. Kavmiyetçiliğin, ırkçılığın had safhada olduğu bir toplumda böylesi bir kardeşlik tesis edebilmek, gerçekten devrim sayılabilecek bir harekettir. Aralarında hiçbir akrabalık bağı bulunmayan bu insanları kardeş kılan, bu derece fedakarlığa iten güç neydi, ne olabilirdi? Sahabenin bu eşsiz tavrının sebebi verdikleri sözü amel eylemeleriydi, az konuşup çok yaşamaları, sözleriyle değil hayatlarıyla örnek olmalarıydı. Samimiyetlerini muhafaza ederek, inançları uğrunda fedakarlıkta bulunanları Allah elbette mükafatlandırır.
Biz de yakın zamanda bir benzeri durumla imtihan olunduk, bizim de kardeşliğimiz sınandı. Ensar-Muhacir örnekliğinin kısmen de olsa bir benzerini biz de sergiledik toplum olarak, onlardan aldığımız ilhamla.
Kimimiz en güzelinden, en özelinden, canıgönülden paylaştı, ikram etti kardeşine Ensar misali, kimileriyse tribünlere, kameralara oynadı, samimiyetle verenler ve samimiyetsizce davrananlar o kadar belliydi ki.
Bir depremzede kardeşimin anlattığı örnekte olduğu gibi; depremzede misafirlerine toplantı düzenleyen bir kurumda görevlilere ve katılımcılara cam bardakta çay ikram edilirken depremzede kardeşlerimize karton bardaklarla çay verilmesi, gönlü hassas o insanları yaralamıştır. Gözden kaçan bir detay belki de ama bence önemli bir detay, çünkü biz en güzel formuyla vermekle mükellefiz, yemeyiz yediririz ve kendimizden daha üstün tutarız misafirimizi. Bize örneklik teşkil edenler öyle yapmış çünkü tarihte. Bu hareket nezaketsizlik, zerafetsizlik, usul bilmezliktir kanımca. O insanların gönülleri hassastır, incinmiş, ufacık bir şeyden mutlu olmaya da kırılmaya da hazır bir ruh halindeler, sözünüz, ses tonunuz, oturup kalkmanız, yeri gelir gülme şekliniz bile onları yaralayabilir, belki de çoğu o güne kadar kendisi ikram eden, veren el konumundayken alan el olmuş bu kardeşlerimize karşı daha hassas daha, duyarlı olmalıyız bugünlerde. Ramazan'ı fırsata çevirip dertli gönüllere dokunmalıyız Ensarca. Zarif şair Abdurrahim Karakoç der ki:
"...
Toz konmasın sakın sana
Hakkı geçer halkın sana
Gücenmesin yakın sana
Uzak senden incinmesin."
Gönülleri incitmeden, gönlümüzden ikram edelim misafirlerimize.
"...iyilik ve takvada yarışınız!" Maide:2 ilahi emri mucibince, takva ve samimiyet yarışında önceliği elde edenlerden olma duasıyla sözü hitama erdirelim.
"Bölüşürsek tok oluruz, bölünürsek yok oluruz.”
Yunus Emre.
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.