Diyarbekir Karaköprü'de CHP dönemi katliamı -4
Günlerden 26 Temmuz 1952 TBMM’de tarihi bir gün yaşanmaktadır. Demokrasiye geçişle sesini yükseltebilen bölge Demokrat Partili Diyarbakır Milletvekilimiz Mustafa Şevki Ekinci Bey, Adalet ve İçişleri Bakanlarına hitaben;”1936 senesinde öldürülen vatandaşlar nedeniyle müsebbipleri hakkında yapılan araştırmanın ne safhada olduğunu ve hükümetin bu hususta ne düşündüğüne dair sorular sorar.
BAŞKAN (Refik Koraltan) - Sözlü soruyu okutuyorum.
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına,
Devrisabıkta (eski devirde) Şark vilayetlerinde yaşayan insanları kapkara göstermek arzu ve gayesiyle takip edilen kötü ve sakim (bozuk) siyaset icabı olarak zamanın umumi müfettişi Abidin Özmen’in 1936 senesinde öldürttüğü vatandaşlar için hükümetin ne düşündüğünü öğrenmek isterim.
1. 1950 Haziran ayında haklarında takibat yapılması için Adalet Bakanlığı’na takdim ettiğim yazı ne neticeye bağlandı?
2. Bir seneden beri tahkikat yapılmasına ve yüzlerce şahidin ifade vermesine rağmen henüz fiili bir hareket neden yoktur?
3. Adalet Bakanı’na takdim ettiğim yazıda ayrı ayrı yerlerde öldürülen vatandaşlar için sanık diye kimse tevkif edilmiş midir?
4. Öldürüldüğü iddia edilen vatandaşlar hakkında bir suç isnadı mevcut mudur? Varsa nelerdir?
5. Muhtelif yerlerde her gün sürü hâlinde öldürülmüş olan vatandaşlar için zamanın iktidarının bir mesuliyet payı yok
6. Bu facia tabloları neşren dahi zamanın hükümetinin nazarında serilmiş olmasına rağmen lâkayt kalmaları suç teşkil etmez mi?
7. Hakkında tahkikat yapılmakta olan Abidin Özmen’in ve refiki cürümlerinin harice kaçmamaları için bir tertibat alınmış mıdır?
8. Zamanın facialar kahramanları ayakta zinde dururken maktüllerin akraba ve taalükatı arasında bilhassa muhitlerinde samimi bir emniyet ve huzurun teessüsüne imkân görüyor musunuz?
Yukarıda sekiz madde ile arz ettiğim hususların Adalet ve İçişleri Bakanlarının sözlü olarak cevaplandırmalarını saygılarımla rica ederim.
Diyarbakır Milletvekili
Mustafa Ekinci
Adalet Bakanı Osman Şevki ÇİÇEKDAĞ (Ankara) – 1937 yılında Diyarbakır’da Karaköprü mevkiinde vukua gelen katil gasıp suçlarının faillerini meydana çıkarmak için yapılan harekât sırasında bazı vatandaşların kanunsuz olarak öldürülmüş olduklarına dair Diyarbakır Milletvekili Sayın Mustafa Ekinci tarafından daha evvel Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na verilen sözlü soruda ve bilâhara bakanlığımıza tevdi edilen ihbar mektubu üzerine hadiseye el konularak keyfiyetin bizzat tahkiki Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığı’na yazılmış ve savcı tarafından yapılan tahkikatta hadiseyi müteakip Diyarbakır’a gelen o zamanki İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın, beraberinde bulunan
Birinci Ordu Müfettişi Org. Kâzım Orbay; Birinci Umumi Müfettiş Abidin Özmen, Diyarbakır ve Mardin valileriyle, Yedinci Kolordu Komutanının iştirakiyle bir toplantı yaparak Diyarbakır, Mardin ve Urfa mıntıklaraında askeri harekât icrasına emir verdiği ve harekâtın adı geçen bakanın direktifi dairesinde icra edildi. Bu itibarla hadisede eski İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın da ilgisi bulunduğu anlaşılarak bakanın ve ona tebaan diğer sorumluların, durumlarının anayasa hükümlerine göre tetkiki gerekeceği sonucuna varılmıştır.
Diğer taraftan İçişleri Bakanlığınca hadise, idari vazifeleriyle ilgili bulunması bakımından Umumi Müfettiş Abidin Özmen’le Diyarbakır ve Mardin valileri ve jandarma komutanları haklarında Mülkiye Müfettişi Nurettin Arslan’a tahkik ettirilmiş ve bu müfettiş tarafından da; eski İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın hadise ile ilgili bulunması ve diğer sorumluların ona tebaan (bağlı olarak) tayini icap etmesi sebebiyle anayasa hükümlerine göre tahkikat açılıp açılmayacağının tayin ve takdiri Büyük Millet Meclisi’ne ait bulunduğu sonucuna varılarak keyfiyet başbakanlığa arz edilmiştir.
Başbakanlıkça da gerek adli ve gerek idari bakımlardan yapılmış olan bu tahkikatın taalluk ettiği dosyalar tetkik edilmek ve eski Bakan Şükrü Kaya hakkında meclis soruşturması gerekip gerekmediği takdir buyurmak üzere Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na sunulmuştur. Mâruzatım bundan ibarettir.
MUSFAFA EKİNCİ (Diyarbakır) – Muhterem arkadaşlar;
Meselenin ehemmiyet ve dehşetini sayın bakan arkadaşlarımız anlattılar.
Çok teehhürle (gecikmeyle) olsa bile, tahkikat evrakını Yüksek Meclise getirmek neticesine madem ki, yardımlaşmışlardır, yeni kıymetli bakanlara peşinen teşekkür ederim.
Muhterem arkadaşlar,
Eğer mevzu tek bir vatandaşın ölümünden ibaret olsaydı, aradan uzun zaman geçtiğini hesaba katarak yüksek huzurunuza asla getirmezdim. Fakat, dava bir şahsın alelitak (genel olarak) ölümü veya ölümüne sebebiyet verilmesi gibi basit bir iş değildir.
Dava zaman zaman mütaaddit insanların hiç yere keyfemayeşa (keyfi isteyince) kurban edilmesi gibi ailelerine, muhitlerine ve nihayet bütün yurtta hakim olan âmme vicdanına sirayet etmiş ve pek derin izler bırakmış faciaların muhasebesi dâvasıdır.
Dava, yalnız bizim neslimizin davası değildir, aynı zamanda tarihin ve gelecek nesillerin davasıdır. Biz 1936-1937 seneleri arasında işlenen büyük cinayetlerden bahsetmek istemiyoruz.
Biz, kanayaklı çocukların, 85’lik ihtiyarların feci bir şekilde sürülmeleri üzerinde de durmayacağız. Çünkü bunlar, müruru zamana uğramış, bazıları anayasa ruhuna muğayir (aykırı) çıkarılan kanunlara istinat ettirilmiştir.
Arkadaşlar, bir devir tasavvur buyurunuz ki, anayasanın ayakta durmasına, mahkemelerin ulus adına hüküm vermesine ve adaletin teminat altında bulunduğu iddia edilmesine rağmen bir genel müfettiş aldığı bir emir üzerine istediği kimseleri jandarmalara teslim edip öldürtebiliyor.
Bizden sonra gelecek nesil, böyle cinayetler karşısında sabrımızı ve müsahamamızı müşahade edince nasıl hüküm verir; biz müstakbel nesli bu sahadan adalete gönül kaptırmış insanlar olarak yetiştirmek istiyoruz. Binaenaleyh böyle bir nesil yetiştirp cumhuriyeti onlara eslim etmek istiyorsak evvela kendi devrimizde bu gibi cinayetlerin muhasebesini görüp seyyiat (kötülükler, günahlar) hanesini açıklamalıyız. Şüphesiz ki, ileri sürdüğüm davada müstakbel nesillerin de mühim mikyasta (ölçüde) hakkı bahis konusudur.
Arkadaşlar, bir vatandaş hükmü kaderle ölür. Nihayet onun yakın akrabaları, dostları matem tutarlar ve zamanla unutulup gider. Yahut acı ve tatlı hatıraları bir zaman için yadedilir. Fakat eğer bir fert veya fertler topluluğu kasdi mahsusla (bilerek) haksız yere öldürülmüş ise bunun matemi, böyle kısa bir devre münhasır kalmaz. Halk onu unutmadığı gibi âmme vicdanı da onu nesilden nesile nakleder. Arkadaşlar, Doğu illeri halkı uzun seneler huzurdan ve emniyetten uzak olarak felaket gırdabında hep gözyaşı dökmüştür.
Eğer biz milletin serbestt iradesiyle seçtiği insanlar sıfatıyla bu acıların hesabını sormazsak milletin bizden değil, yalnız adaleti ilâhiyenin tecellisinden başka ümidi kalmaz.
Halbûki biz aynı zamanda yurtta adaleti beşeriyenin de kâmil vasıflariyle tesisini tekeffül etmiş şahıslar olarak bu tip davaları intâk (konuşturma) ve intaç (sonuçlandırma) zorundayız.
Devri sabıkta işlenen faciaların zaman aşımına uğramayan kısımları vardır ki, bunların ispatı mümkündür. Kuvvetli delil ve canlı şahitleri olduğu hâlde ortada hiç mesuliyet ve mahkûmiyet kararı maalesef henüz verilmemiştir.
Arkadaşlar; irtikâp (görevin kötüye kullanılması) edilen cürümlerin delillerini sabık iktidar zamanında neşren ortaya koymamıza rağmen üzerinde hiç durulmadı ve durulmazdı da. Bilhassa bugün siyasi emniyet yoktur, hak mefhumu kalkmıştır, diye zangır zangır bağıran Milli Şefe, bir gün zamanın cinayetler kahramanı Özmen Efendi, hakkında tahkikât açılmasını bizzat söylemiştim.
Ufak bir iş olarak, bir tahkikat açılacağını beklerken Özmen’in teşrii masuniyetin himayesi altına sokmak için Bursa vilayetinden Halk Partisi milletvekili namzedi olarak gösterildiğini gördük.
Bu hareketi, milletin hakkını hiçe saymaktan fazla mesuliyetin şümüllenmesinden kendisine sirayet etmesi korkusundan ileri gelmektedir.
Arkadaşlar; muhakkaktır ki, bu hadisede mesul, yalnız Abidin Özmen değildir. O, yalnız bu mesuliyet zincirinin Diyarbakır’daki icra ve infâz halkasını teşkil eder.
Ortada mukni (ikna eden) delillerin mevcut olmasına rağmen mütaadit vatandaşların kanını dökmeye sebep olan kimselerin hâlâ kollarını sallıya sallıya dolaşmaları muhitte derin bir tesir bırakmaktadır. Bu itibarla herkes mesekenin ehemiyeti dolayısıyla faillerin sorumluluklarını görmek temennisindedirler. Gestapo ruhu ile hareket eden bir idarenin müstebidane (despotça) ve vahşiyane (barbarca) hareketleri kendilerinin kesesine kalmamalıdır ve kalmayacaktır.
İşte arkadaşlar; izahını yaptığını dava böyle kör bir zihniyetin davasıdır.
Şimdi yüksek arkadaşlarıma bazı misaller vereceğim.
1.1937 senesinde Diyarbakır merkezine 10 kilometre mesafede Karabaş, Daraflı ve Aynşa köylerinin arasında gündüz, Silvan kazasının iyi bir ailesinin oğlu, Ziya Bey ve arkadaşları Mehmet Ali ve Süleyman isminde üç kişi hiç günahları olmadığı hâlde öldürülmüştür. Bunlardan Ziya Bey hakkında şu malumatı vereyim. Her nasılsa mahalli idarenin de tesiriyle Özmen Efendi bu zata gazaba gelmiş. Bunu anlayan merhum Ziya, çocuklarını alarak İstanbul’a naklihâne etmiş.
Bir müddet İstanbul’da kaldıktan sonra idamei hayat için Silvan’dan alakasını kesmek üzere, Silvan’a dönmüş birkaç gün sonra tevkif edilmiş, iki arkadşı ile birlikte elleri kelepçeli Mardin’e götürülmüş. oradan Diyarbakıra getirilmiş, birgün sonra da tekrar Silvan’a görürüyoruz diye Diyarbakır’dan çıkarılarak öldürülmüştür.
Muhterem arkadaşlar, buna emin olmalısınız ki, bu üç vatandaş için bir tek suç bulunamaz. Belki hatıra gelir diye arz edeyim ki, hiç birisi ne nüfuzlu, ne de karekterleri fenalığa müsait kimselerdi. Sadece namuslu tanınmış birer çiftçiden ibarettiler. Düşününüz ki, ölülerin zavallı anneleri geliyor, çocuklarıının cenazelerini götürmek istiyorlar. Fakat katı ve cani yürekli müfettişi umumi buna da müsaade etmiyor öldürülen yerde elbiseleriyle gömdürülüyorlar, hiçbir merasimi diniye yaptırılmıyor.
2.Sene 1937.Yine merkezi vilayete 8 kilometre mesafede fabrika civarında Silvanlı Hacı Harisoğlu Abdurrahman ve Çınar’ın tanınmış ailelerinden Sıddık isminde iki kişi yine zamanın cinayetler kahramanı Umumi Müfettiş Özmen tarafından öldürülüyor.
Bunlardan Abdurrahman hakikatten kendi halinde çalışır bir adamdı. Sıddık’a gelince, bu vatandaş 2510 sayılı kanuna göre zannedersem Niğde’ye nefyediliyor (sürgün), fakat Özmen efendiye ani bir fikir geliyor bu çocuğu yoldan ya Malatya’dan ve yahut Fevzipaşa’dan geri çevir diyor ve ölüm cezasına hükmi çerkezi ile mahkûm ediyor.
1937 senesinde Bismil’in Of köyünde Sofu Salih ile Zine isminde namusu ile tanınmış iki vatandaş Özmen tarafından öldürülüyor.
Yine sene 1937, Çınar kazasına tabii Herzeni köyünde Ali ismindeki bir genç vatandaş Mardin yolunda öldürülüyor.
Bu vatandaş bir ay evvel askerliğini yaparak dönmüş, bir haftalık yeni evlidir. Ağasını tutup öldürmek istemişler, köyde bu genci, köyün nazırı (kâhyası) olarak görünce, insana kıymet verilmediği için kurban olarak bu çocuk gidiyor. Bunlardan başka tahkikât evrakı ile sabittir ki, Mardin hududunda 103 vatandaş ayrı ayrı öldürülmüştür. Eğer mazinin derinliğine doğru gidecek olursak kanun, hukuk, anayasa diye haykıran sabık idarenin mezalimini daha ağır, daha şedit olarak canlı misallerle ortaya koymuş olurum.
Arkadaşlar; bu misallere burada son veriyorum. Bu saydıklarım Diyarbakır’a ait hadiselerin bir kısmıdır. Hadise Mardin’de de aynıdır. Urfa’da da aynı şekilde cereyan etmiştir. Van’da, Bitlis’te, Siirt’te ve nihayet Müfettişi Umumilik mıntıkasının her yerinde aynıdır. Bu faciaların izleri her tarafta vardır.
Şimdi bu mıntıkalara mensup milletvekillerinin hatıralarını yoklamalarını rica ederim.
Arkadaşlar, Şark’ın çok şeye ihtiyacı vardır. İhmal edilmiş değil, bizzat yıkılan viranelerhalinde olan bu yurt parçasının evvelce hiçbir şeyi yoktu ki.
Bununla beraber; yoldan, mektepten, ziraatten velhasılı bütün kalkınma vasıtalarından evvel; daha acil ihtiyaç, emniyet ve huzur ihtiyacıdır. Halk evvela bunu bekliyor ve istiyor. Halk âtiye (geleceğe) emniyetle bakmak için canilerin muhakeme altına alındığını görmek ihtiyacındadır.
Bu derde deva bulunup da, caniler sail mevkie düşürülmedikçe âmme vicdanı ve halk ruhu tatmin edilmiş olmaz. Kalkınma için ayrılan birkaç milyonluk tahsisatın samimiyeti, ancak böyle fiili hareketlerle teeyyüt (gerçekleşir) eder.
Bir vatandaşın âtisini teminat altında görmesi tabii hakkıdır. Bu hakkın tek yolu, cinayetlerin muhasebesinde bulunur. Caniler sokaklarda dolaştıkları müddetçe istikbalden, emniyetten bahsedilemez. Vakia Demokrat Parti idaresinden asla fena ve kanun dışı muamele beklenemez ve katiyen sâdir olmayacağına eminim. Fakat babası öldürülen ordudaki zâbite, hâkimler ailesine intisap etrmiş hukukçuya daha açıkçası komşusu öldürülen temiz yürekli vatandaşa bunu anlatmak ve kabul ettirmek mümkün değildir. Verilen teminatlara herkes baş sallar, fakat inanmaz.
Bize baş sallamak değil, iç huzuru ve halkın bize itimat etmesi lazımdır. Dava buradadır.
Ortada bu kadar canlı misaller varken, işi dairei fâside (yokuşa sürmek) içerisinde bırakmak caiz olmaz.
Milletvekili arkadaşlar; yalnız bir mıntıkanın vekilleri değilsiniz. Yurdun her yeri için kalbiniz aynı hassasiyetle çarpar. Bu kanunen böyle olmakla beraber ruhan da böyle olduğuna şüphe edilemez. Davayı hiçbir zaman Şark vilâyetlerine has bir yara şeklinde ortaya atmıyorum. Bir memleket ve zihniyet davası olarak size tevdi ediyorum. Memleketin şu veya bu köşesi yoktur. Sathı memleket vardır. İşte bu dava millet olarak heyeti mecmuanız, memleket olarak yine heyeti mecmuayı tehyiç (çoşturma) etmesi lazım gelen bir davadır. Mevzuu yalnız bir dava lazımdır. Bütün vatandaşlar sizden bunu bekliyor. (alkışlar)
(Ailemize "Toptancı" soyadımızı veren dede dostumuz merhum Mustafa Şevki Ekinci Bey'i rahmet ve minnetle anıyorum. Mekânı cennet olsun.)
KAYNAK: TBMM Tutanak dergisi 26 Aralık 1952 Cuma
MUSTAFA ŞEVKİ EKİNCİ
(Diyarbekir Milletvekili)
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.