Cemil Paşa ailesi ve Ermeniler!
Tarihçi değilim, ama doğduğum kadim coğrafyam Diyarbekir’in tarihine aşığım.
Suriçinde doğdum, halkım bana orada beledi hizmetler noktasında görev vererek şereflendirdi.
Onun için tarihime merak saldım, okumakla iktifa etmedim.
Şimdi her birini rahmetle anığım değerli büyüklerimden; Yakın tarihimizle ilgili dedem, babam ve de kadim şehrimin birer tarih hafızası olan, Şevket Beysanoğlu, Adil Tekin, Reşit İskenderoğlu, Ruhi Nedimoğlu ve belde-i edep şehrim Diyarbekir’de, birer bilge olarak sohbetlerinden istifade ettiğim, gerek yakın gerekse uzak büyüklerimin rahlelerinde tedrisat gördüm.
Amacım şehrimin tarihini tahfif etmeye yönelik dışarıdan dayatılan hain arzu ve emellere dur demek.
İnsan olarak; herkesin dinine, mezhebine, ırkına saygı duyarak baktım.
Dedim ya Diyarbekirliyim!
Ermenilerin, Süryanilerin sofralarında oturan onlarla arkadaşlık yapan bir kuşağın da temsilcisiyim diye!
Bu konuda yanlış anlaşılmama amacıyla vurgu yaptım son cümlelerime.
Evet, sadede gelelim.
Neden yazıma başlık olarak “Cemil Paşa ailesi ve Ermeniler” dedim?
Zira şehrimin kadim bir ailesi olan, zulme uğrayan mağdur edilen dede baba dostu bir aileye yönelik, konakları üzerinden yapılan bir algıya neredeyse isyan halindeyim.
4 Haziran 2015 tarihli İstanbul’da neşir Agos Gazetesinde yeni gördüğüm bir haber’de şu başlık atılmış.
DİYARBAKIR’DA TOPLUMSAL HAFIZA CANLANIYOR/MUŞ?
Diyarbakır Kent Müzesi 28 Mayıs’ta Cemil Paşa Konağı’nda ziyaretçilere açıldı. 21 bölümden oluşan müzede, kentin tarihi ve kültürü, burada yaşamış halkların günlük hayatından eşyalar, fotoğraflar, bilgi panoları, sözlü tarih çalışmaları ve müzik kayıtlarıyla da dâhil olmak üzere, toplam 1500 objeyle anlatılıyor.
Zamanın Diyarbekir Büyükşehir Belediyesinin uhdesine verilen konağın bir odasında geçmişte yaşamış Ermeni kültürünün yansımalarını siyasetten verdiklerine binaen samimi bulmadığımı burada algılar üzerinde kadim şehrimin kimliğine yapılan hakaretin olduğunu görerek…
Sormak lazım değil mi, mademki bu muazzez şehirde yaşayan halkların günlük hayatından kesitler sundunuz, hani nerede Süryanilere, Keldanilere, Musevilere ait bölümler? Neden Ermeni kültürünün tefriş edilen objeleri Surp Giragos Kilisesinin bir bölümünde değil de, neden Hınçak Ermenilere karşı savaşmış Cemailpaşaların konağında tefriş ediliyor?
Bunun perde arkasında ne yatıyor? Diyarbekirliler bunu asla kabul etmemeli ve bu objeler, uygun oldukları yerlere derhal taşınmalı!
Kirli siyaset aklının yaptığı tahribat için, bu rezalete dur demeleri gereken zamanın Diyarbekir mülki amirleri nerede idi, Diyarbekir entelektüelleri, Diyarbekir milletvekilleri nerede idi? Osman Kavala’nın, İsmail Beşikçi’nin halkımın üzerinde inşa ettikleri birer tahrip kalıpları olan, Kürt milli kültürünü yok eden, STK’larına nasıl müsaade edildi ve hala ediliyor?
Diyarbekirli diğer siyasi partilerin temsilcileri ve sözcüleri, sivil toplum kuruluşları nerede idi, HDP belediyecilik anlayışının Cemilpaşa ailesinden intikam aracı edilmelerinin gerekçesini zaman geçmeden sorgulamamız lazım değil mi?
Gelelim işin gerçeğine, 1895 ve 1915 yıllarında Ruslar ve İngilizler tarafından kışkırtılan, Avrupa ülkelerinin destekleriyle kurulmuş olan Hınçak ve Taşnak terör örgütü Ermenilerin, o zaman dilimi içinde şehrim ve mücavirinde yapmış oldukları isyan ve katliamları asla Diyarbekir tarihinden sildiremezsiniz!
1895 ilk Ermeni isyan ve katliamının olduğu dönemde, Cemilpaşazade Kasım aile reisidir. Bu konuda Taşnak ve Hınçak çetelerine karşı Müslüman Diyarbekir halkının can ve mal güvenliğini temin ve deruhte etmek üzere şehrin diğer ileri gelen aileleriyle birlikte mücadele vermiştir.
Birinci dünya savaşı sürecinde Avrupa’da okuyan Cemil Paşa ailesinden gençler başta Çanakkale Savaşı, Kafkas ve Yemen Savaşları olmak üzere vatanlarına geri dönerek bu coğrafyalarda cihada katılmışlardır.
Bu konuda Kasım Cemil’in oğlu Ekrem Cemil yine kendi yazdığı hatıratı olan;” Muhtasar Hayatım” adlı eserinde o günlerden acı ile bahsederek;” “Ben Lozan’da bir sene mühendis okulunda okuduktan sonra Belçika’nın Gand şehrine geçtim. Maalesef talih bu sene Kürt gençliğine yardım etmedi. 1914’te Dünya Harbi patladı. Avrupa üniversitelerindeki Osmanlı talebeleri İstanbul’a davet edildi. Bunların arasında bizlerde vardık.
Ben, İbrahim, Cevdet amcalarım, amcazadem Kadri, en gencimiz olan kardeşim Şemseddin dönenler arasındaydık. İstanbul’a binlerce talebe toplanmıştı Alman paşalar, Alman kumandanlar nezaretinde idiler. İstanbul’un Hürriyet mektebinde, ihtiyat zabıtı yapmak üzere nazari ve pratik dersler veriyorlardı. Üç ay talim ve tedristen sonra herkes istediği şubeyi seçmede serbest bırakılırdı. Ben topçuluğu seçtim. İbrahim amcam( Hasankale’de şehit olmuştur. ) ile amcazadem Kadri süvariye ayrıldılar. Ben küçüğüm Şemseddin (Bağdat’ta İngilizlere karşı şehit olmuştur), istihkâm zabıtı oldu. Topçuluk imtihanını birincilikle kazanarak topçu başçavuşu oldum. Çok sürmeden Çanakkale harbleri başladı. Bizim kıtamız uzun müddet Çanakkale cephesinde kalmadı. Kıtamızı Kafkas cephesi dedikleri Erzurum cephesine gönderdiler. İbrahim amcamla amcazadem Kadri’de bu cephede savaşıyorlardı. Genç (Bingöl) vilayetinin Kuzm dağlarında Rus topçusunun mermisiyle yaralanınca Diyarbekir hastanesine gönderildim.
Not: Cemilpaşazade İbrahim Ruslardan aldıkları yardımlarla Osmanlıya karşı savaşan Ermeniler tarafından Hasankale’de şehit edilmiştir.
Kafkas Cephesinde 2. Ordu Komutanı olarak görev ifa eden Ahmet İzzet Paşa Feryadım adlı yazdığı eser de şunları nakleder;”Kürtler tarihin en zor dönemecinde var olma mücadelesi verirlerken, Osmanlı'nın zayıflamasından istifade eden, Ermeni aristokratlar arkalarına aldıkları Fransa ve Rus desteği ile Kürtlerin yaşadıkları vatanlarını talan etmek istediler. Yüzbinlerce silahsız Kürtün hayatına kast ettiler; Yok olmamak için bir dayanak arayan Kürtler Osmanlılara sığınıp Ermenilerden intikamlarını acımasızca aldılar; tarih hep Kürt zulmünü yazdı ama zulmün anası olan, Ermeni mezaliminden iki kelam eden olmadı!”
Mesela 1916’da Rusların Ermenilerle birleşerek işgal ettikleri Muş’tan, Memleketinin toprağından göç etmek zorunda kalan tanınmış bir zat da Muş’un yetiştirdiği meşhur âlimlerinden Arapzade lakabıyla tanınan müftü Muhammed Hamdi Efendi dir. Diyarbekir’e hicret eden Muhammed Hamdi Efendi duyduğu üzüntüden hastalanmış ve bir yıl kadar Diyarbakır’da geçen hayatının nihayetinde 1917’de vefat etmiş ve burada gömülmüştür. Diyarbekir kültürünün böylesi simgeleri günümüz gençliğine neden tanıtılmasın? Kabri tespit edilip Diyarbekir-Muş illerimizin kültür örflerinde ki kardeşlik neden pekiştirilmesin???
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.