Adâlet, Mülk, Hikmet, Şehir ve Mimarî...
"Ben sadâkatin (sözünde durmanın) şehriyim, Ebubekir o şehrin kapısıdır. Ben adâletin şehriyim, Ömer o şehrin kapısıdır. Ben ahlâkın şehriyim, Osman o şehrin kapısıdır. Ben ilmin şehriyim, Ali o şehrin kapısıdır."
Bu peygamber sözü bizlere şunu söylemekte; şehirler ve insanlık adâlet, sadâkat, ahlâk, ilim ve hikmet ile bina edilmeli, hayatlar bu temeller üzerine inşâ edilmelidir ki, her türlü dış etkene karşı kale gibi korunaklı olsun.
Adalet kavramının her toplumda, her kültürde farklı tezahürleri olsa da, dünya kurulalı beri en önemli olgulardandır insanlık tarihi için.
"Adalet güzeldir fakat; devlet ricalinde olursa daha da güzeldir." Hadis-i Şerif
Sadâkatin olmadığı yerde adâletten, adâletin olmadığı yerde de ahlâktan söz edilemez. Adâletten ve ahlâktan yoksun ilim ise hikmetsiz olup, salt öğreti olmaktan öteye yol alamaz, ruh bulamaz, hayatiyet kazanamaz. Etiğin olmadığı bir ilim(bilim) gayri insani ve korkutucu boyutlara ulaşabilir.
Devletlerin ve şehirlerin sarsılmayan temelini; adalet teşkil eder. Mühendislik ve mimari etiğe riayet edilmeden yapılan bir bina nasıl yıkılırsa adâletten mahrum kurumlar da öylece çökmeye mahkumdur.
Adâlet denince akla gelen ilk isim Hz Ömer; şehrin/devletin temeli olarak adâleti işaret eder, topraktan araziden arsadan önce bir beldenin yurt olabilmesi, memleket sayılabilmesi için adâlet üzere inşa edilmesini şart koşar. Mülkte hikmetle hükümet edildiğinde adalet zuhur eder.
Medine; "medeni olan" anlamına gelmektedir. Yesrib medenileşmiştir İslam'la. Peygamberimiz İslam Devletini Medine'de kurmuştur, lakin devletin yapısallaşması, kurumsallaşması Hz Ömer zamanında gerçekleşmiştir.
Hz Ömer döneminde gerek Irak gerekse Suriye civarında fetihler çok hızlı ilerledi. O dönemde kurulan ilk şehir Kufe şehriydi. Hz. Ömer Kufe, Basra ve Fustat şehirlerinin yer seçimi ile bizzat ilgilendi. Bu şehir yerlerinin seçiminde; su kaynaklarına ulaşılabilirlik, tarıma elverişli araziler, iklim ve ulaşım şartlarının uygunluğu, savunmanın kolay oluşu, ticaret kervanlarının uğrak yeri mevkilere ve yollara yakınlığı göz önünde bulunduruldu.
Külliye ve camii modelli şehirler inşa edilmiş, sosyal hayatın merkezi haline getirilen bu yapıların tespiti de özenle yapılmıştır. Hz. Ömer'in şehrin muhtelif yerlerine koydurduğu et parçalarının en geç bozulduğu yere, havasının ve ikliminin elverişli olması sebebiyle hastane kurdurması, şehrin tam orta yerine, en ulaşılabilir mevkisine camii yaptırması ve sadece ibadet amaçlı değil sosyal ve kültürel tüm faaliyetlerin sürdürülebildiği külliyeler inşa etmesi İslam toplumunda "halka hizmet, hakka hizmettir" ilkesinin ontolojik bir gerçeklik olarak kabul edildiğinin de göstergesidir.
Tüm bunları yaparken de başat ilke adâlet esası ve mülkün Allah'a ait olduğu bilinciydi. Müslüman tasavvurunda dünya, hakiki, vadedilen bekâ yurdunun izdüşümü yeryüzündeki yansıması, Allah'ın bir ayeti, cennetin prototipidir tabir yerindeyse.
Düşünce yapısını, idrak ve inşa algısını öncelikli mekan olarak cennet ve dünya telakkisi belirler. İdeal mekan olan cennet ile geçici mekan olan dünya arasındaki ilişki kulluğun esasını oluşturur, çünkü Müslüman iki dünyalıdır. Ne Ortaçağ Avrupa'sındaki gibi dünyayı; ilkel, çirkin ve barbar görüp küçümser ne de yeni dünya düzeninin ve modernitenin empoze ettiği gibi ölümsüzleştirerek, zevk ve sefa sürebileceği mekan olarak görüp, hedonik tutum sergiler.
Müslümanın dünya algısı; cennetten çıkarılan Ademoğlu'nun bir dahaki kavuşma zamanına kadar gönderildiği, yeryüzü cenneti olduğu, cennet misal yaratılışıyla emanet bildiği, imar ve inşasıyla memur kılındığı, hüsnü muhafaza ile emanete sadakat gösterip, hikmetle sahip çıkma yükümlülüğünün bulunduğu bir mekandır.
Bu şuurla davranan insan yeryüzünü yaşanılır kılar, bilinçle imar eder çünkü insanın idrak seviyesi inşa yeteneğine temel teşkil eder. Demek oluyor ki aynı şuur ve idrâkle davranış standartlarımızı da yeniden inşa etmemiz icap eder.
Bu imar esnasında adâlet; hem toplum hem birey hem de dünya/mekan açısından gözetilmelidir. Dolayısıyla adaletle hükümet etmek, insanın hırslarını, sınırsızlığını ve hadsizliğini de zapturapt altına alacaktır.
Modernite, Kültürel Miras/ Mimar Sinan'dan Turgut Cansever'e Mimarî ve Adalet
Modern sanat anlayışının adeta "dinselleştirildiği, dogmatikleştirildiği" bir dönemde yaşayıp, kültürel mirasa sahip çıkan bu paradigma karşısında cesur duruşuyla estetiği, sanatı ve mimariyi Allah merkezli, aşkın bir inançla ele alan "Dönüp bakmazlar mı Allah'ın yaratışına.." ayetinden mülhem, güzellik sevgisinin imandan geldiği şuuruyla, idrak ve inşâyı mimari yetenekleri ile buluşturan 'Bilge Mimar' Turgut Cansever'e göre; "tevhid" ilkesi ile varlığı bir bütün olarak telakki etmenin en somut haliydi Osmanlı mimarisi.
İslam mimarisinin sükunet içinde hareket konseptinin mütevazı ve tezyini karakterine karşın, Batı ve Hristiyan mimarisi mütehakkim, kasvetli, yapmacık gösterişçi dramatik, huzursuz ve bireyi pasifize eden üslup özellikleriyle belirginleşiyordu.
Geleneğin moderniteye uyarlanması, kültürel mirasın modernize edilmesi hem ahlâkî hem de fiziki sarsılmalara karşı toplumu koruyacaktır hiç şüphesiz.
Müslüman şehri cennetin izdüşümüdür.
Kudüs'ün "Darüsselam" İstanbul'un "Dersaadet, Asitane" gibi cenneti çağrıştıran isimlerle adlandırılmasının temelinde de bu yaklaşım yer alır. Şehri cennetin bir yansıması olarak gördüğümüzde şehri şekillendirecek unsurların da bu vasfa uygunluğu kaçınılmaz olmalıdır.
Köklerinden beslenen, aslına, özüne sahip çıkan bir nesil, sorgulayan, hikmeti arayan, ilim aşığı bir millet, gücünü imanından alan, tarihsel tecrübeyi hafızaya dönüştüren bir toplum yücelir ve hep yüce kalır.
Kadim tarihimizin usta ismi Mimar Sinan'ın yapılarının yüzyıllara rağmen hâlâ ayakta kalmış olması, çağdaş uzmanlar tarafından araştırılır ve Japon uzmanlar bu teknikleri mimaride kullanır, çünkü Koca Sinan hikmeti sadâkati ve adâleti ahlak edinmiş, aynı hassasiyetle ve erdemle eserlerini imar etmiştir!
(Bu hassasiyetten ve erdemlerden yoksun çağımız meslektaşlarına ilan ola!!!)
Bu dört unsurdan biri olmadan diğeri yarım kalır, eksik olur. Adalet salt bir kavramdan öte inanç idrak ve inşâ boyutlarıyla eyleme dönüştüğünde gerçek anlamına kavuşur. Adaletin olmadığı, suçlunun beraat ettiği yerde yargıç yüküm giyer.
"Bilgiye dayanmayan kararların hiçbir alanda başarılı olamayacağı aşikardır." Turgut Cansever